10 Kasım 2017

Kes Kes Kes Yasası...

ABD'de bir süredir Başkan Trump tarafından yasalaştırılmaya çalışılan bir vergi yasası tartışması yapılıyor. Destekleyenler bu yasayı vergi reformu olarak adlandırırken yasaya karşı olanlar popülist emeller taşıyan bu vergi düzenlemesinin ekonomik dinamizme zarar vereceğini söylüyor.

Bu yasa içerik olarak özetle üst ve alt gelir grubunda planlanan vergi kesintilerinden oluşuyor. Vergilerin düşmesi ve daha az vergi ödeme çoğu siyasetçinin seçim vaadidir ve ilk başta halkın tüm kesimlerini cezbeder. Sonra üzerinde düşününce kamunun bu gelire ihtiyacı gerçekten yok mu, vergi gelirlerinin maksimum sosyal fayda sağlayacak şekilde kullanıyorlar mı; ihtiyacı varsa bu gelir olmaksızın kendini nasıl finanse edecek, kamu hizmetlerinde azalma yaşanacak mı, idari ve ekonomik olarak gereksinim mi vs. gibi birtakım soruları soracak ve düşünmeye başlayacaktır: vergilerimiz nereye harcanıyor?

31 Ekim 2017

AB Vize Serbestisi Neden Askıda?

Avrupa Birliği Komisyonu'nun 13 Haziran 2017'de açıkladığı son raporunda Türk Vatandaşlarına vizelerin kaldırılmasına ilişkin üzerine anlaşılan 72 maddeden 65'inin yerine getirildiği 7 tanesinin ise yerine getirilmediği belirtmişti. Bu maddeleri çoğumuz bilmiyoruz ya da yanlış veya eksik biliyoruz.

30 Ekim 2017

Fransız, Türk'ün üç katı benzin ve motorin alabiliyor

Bir güne daha akaryakıt zamlarıyla başladık. Sabah saatlerinde haber ajanslarının geçtiği bilgiye göre benzine 12 kuruş, motorine ise 17 kuruş zam yapıldı. Buna göre 31 Ekim 2017 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere İstanbul'da benzinin litre fiyatı 5.50 TL'ye, motorinin fiyatı ise 4.93 TL'ye yükseldi. Türkiye'de vaziyet böyleyken Fransa'da Ekonomi & Finans Bakanlığı'nın yayınladığı akaryakıt fiyatlarına (prix des carburants en France) nasıl acaba diye merak edip bir bakayım dedim. Paris'in 15. bölgesindeki Grenelle Bulvarı'ndaki, aynı zamanda Eyfel Kulesine 1 km mesafedeki, Total istasyonunda kurşunsuz 95 oktan benzin fiyatı 1.47 euro, motorinin fiyatı ise 1.39 euro.

24 Ekim 2017

Öğrenci Değişim Programlarında Yeni Bir Uygulama: "Sınırötesi Mobilitesi"

Bugün sizlere C40 toplantısını, metropollerin belediye başkanlarının karbon salınımı azaltmak için şehirlerdeki toplu taşıma ve bisiklet kullanımı artırma ile ilgili hedeflerini ve projelerini yazacaktım. Ancak Youtube'da Université de Strasbourg'da öğreneciler için yapılan bir proje sunumuna denk geldim ve proje gerçekten çok hoşuma gidince sizlere biraz bu proje hakkında yazmak istedim.

Strasbourg Üniversitesi, Karlsruher Teknoloji Enstitüsü, Albert-Ludwigs Freiburg Üniversitesi, Yukarı-Alsaz Üniversitesi ve Basel Üniversitesi ortaklaşa bir proje geliştirmişler. Projenin adı "Sınırötesi Mobilitesi" (mobilité transfrontalière). Amaç üniversite öğrencilerinin -lisans, master, doktora- trenle (maksimum uzaklık 1.5 saat olmak üzere) sabah başka bir üniversiteye gidip öğleye kadar seçtikleri derse girdikten sonra şehrin parklarında, müzelerinde, kafelerinde, tiyatrolarında, çarşılarında kendilerine kültürel açıdan zenginlik katabilecekleri zamanlar geçirmelerini sağlamak. Böylece Fransız-Alman kültürel gelişimini artırmak ve kaynaşmasını sağlamanın mümkün olabileceğini hayal etmişler. Bir ön şart veya ödemeniz gereken bir ücret de bulunmuyor, istekli olmak ve felsefesini benimsemek yeterli.

23 Ekim 2017

Brüt Maaşınız AB Ülkelerinden Hangisine Denk?

Gelişmiş ülkeler ile gelişen ülkelerdeki hayat standardını ölçmek için kullanabileceğimiz birçok farklı gösterge var. Bunlardan karşılaştırma yaparken önemli olduğunu düşündüğüm ve iktisat eğitimi almamış vatandaşlarımızın bile kolaylıkla anlayabileceği bir gösterge seçtim. Yararlandığım kaynakları linkleyerek merak edenleriniz ya da kontrol etmek isteyenleriniz için paylaşacağım.

21 Ekim 2017

Kardaki İzler (Wind River, 2017)

Bu yazımda sizlere 2017 yapımı bir filmden bahsedeceğim. Baştan söyleyeyim sinema eleştirmeni olmadığım için bu yazı filmin bir eleştirisi olmaktan ziyade kendi çıkarımlarım ve çözümlemelerimi içeren deneme tadında bir yazı olacak.

Orijinal adı "Wind River" olan film, Türkiye'de geçtiğimiz ay vizyona girmişti. Sinemada gitme şansını yakalayamadığım için üzüldüğüm filmlerden biri olduğunu belirtmek isterim. Nedenine gelirsek aslında soğuk topraklarda geçen klasik bir suç filmi izlemeyi bekliyordum ama izledikçe bir sanat filmi izlediğimi farkederek kendimi daha da kaptırdım. Normalde sanat filmlerinde çoğu insan sıkılabiliyor, bazılarında benim de sıkıldığım oluyor. Genelde hikayeyi kaçırdığımı hissettiğimde veya beni pek sarmadığında sıkıldığımı ve akabinde filmden koptuğumu gözlemledim. Sizlerin de kendinize göre nedenleri muhakkak vardır. Filmi anlatmadan önce biraz filmin başrollerini paylaşan Elizabeth Olsen ve Jeremy Renner hakkında birkaç bilgi vermek istiyorum. Hatırlayanlarınız olacaktır 8 sezon süren ve 1987-1995 yılları arasında çekilmiş olan ülkemizde de yanlış hatırlamıyorsam TRT'de gösterilen "Bizim Ev" (Full House) adlı bir aile dizisi vardı. IMDB'de 6.7 puan alması sanırım yeni jenerasyona bu dönemde pek hitap etmemesinden de kaynaklanıyor olsa gerek yoksa o dönem için gerçekten müthiş bir aile dizisiydi. İzleyenleriniz Tanner İkizlerini hemen hatırlayacaktır. İşte o ikizler Mary-Kate Olsen ile Ashley Olsen'dan başkası değil. Yani Elizabeth Olsen'ın kendisinden 3 yaş büyük olan ablaları. 1989'lu olan Elizabeth Olsen 1994'te ablalarıyla birlikte oynadığı "How the West Was Fun" filmiyle oyunculuğa adım atmış, sonrasında çeşitli filmlerde rol almıştır. Oynadığı enteresan filmlerden bir tanesi "How I Met Your Mother" dizisinde Ted Mosby karakterini canlandıran Josh Radnor'ın yazıp yönettiği 2012 yapımı "Liberal Arts" filminde başrolü paylaşmasıdır. İlginç olma nedeni, Josh Radnor'ın Ted Mosby karakteri ile kazandığı ünü dizi sonrası süreçte adından söz ettirecek yeterli sayıda projede yer almamasıyla ve seçici olmasıyla eleştirilmesine rağmen Elizabeth Olsen'ın onunla film çekebilmiş olmasında yatıyor.

20 Ekim 2017

Volvo, Renault ve Ford Otosan hisseleri ne durumda...

"Tatil Jimnastiği: 3 Hisse, 1 Ekonomik Kriz, 1 Trump" yazısını okuyanlarınız bu yazının bir devam yazısı olduğunu anlayacaktır; henüz okumamış olanlarınız ise önce linklediğim yazının başlığına tıklayarak yazıyı okumaları tavsiye ederim. Portföy yatırımları küresel ölçekte son sürat gelişen ülkeler ve ABD borsalarına girişi devam ediyor. Bu durum, ekonomik krizle burun buruna olan Türkiye ekonomisi için olumlu ama kalıcılığına dair şüphelerin her zaman taşındığı bir etki yaratıyor.

19 Ekim 2017

Türkiye'nin Gerçek Gündemi...

Basın, Deniz Baykal'ın sağlık durumunda son duruma odaklanmışken...

*

Resmi nikah kıyma yetkisinin müftülere de tanındığı yeni yasaya dair "Müftüler kıysın bence sorun yok. Bu uygulama tamamen gündemi değiştirmeye yönelik çalışmadır" diyen %72.5 oy oranıyla seçilmiş "CHP'li" Kadıköy Belediye başkanı...

*

Rusya'ya petrol kadar değerliymiş gibi domates satmak için mekik dokuyan, son olarak "imtiyazlı domates" modelini deneyerek Rus pazarını domatesle domine etmeyi planlayan hükümet...

18 Ekim 2017

Küresel Ekonominin Geleceğine Çin'deki Seçimlerin Etkisi...

Çin Komünist Partisi'nin 19. Ulusal Kongresi bugün Xi Jinping'in 3,5 saatlik konuşmasıyla başladı. Mao'nun günler süren konuşması düşünüldüğünde kısa bir konuşma olduğu bile düşünülebilir.

Her beş yılda bir gerçekleşen kongreyi, önemli bir siyasi geçiş süreci izleyecek. Görüşmelerin bir hafta kadar sürmesi ve üst yönetimi oluşturan kadronun birkaç üyesinin emekli olmasının yanı sıra yönetim kadrosundaki değişim, Xi Jinping'in iktidarını güçlendirecek ve destekçilerini ulusal ofise yükselteceğe benziyor.

17 Ekim 2017

Dolar endeksi paralarının ₺ karşısındaki serüveni...

Bugün sizlerle dolara ek olarak dolar endeksini oluşturan para birimlerinin 2016-17 performansına ve 2015-16 performansına bakacağız.

Bu paralar; EUR, JPY, GBP, CAD, SEK, CHF.

Soldaki grafik 17 Ekim 2016-2017 yılları arası değişimi gösteriyor. Türk Lirası ne denli değer kaybetti görebiliyoruz. TL, dolar endeksi para birimlerine karşı hiç de azımsanmayacak cinsten kayıplar yaşamıştır. Başka bir deyişle bu oranları geçen sene bugün bu paralara yatırım yapanların kazançları da olarak da görebilirsiniz.

15 Ekim 2017

Vize krizinin Türkiye'ye etkileri...

Bildiğiniz gibi geçtiğimiz hafta sonu ABD, Türk vatandaşlarına vize vermeyi durdurmuş, akabinde Türkiye de aynı uygulamayla karşılık vermişti. Bunun etkilerinin döviz kurları ve Borsa İstanbul üzerindeki etkisini göreceğimizi ve kötü olacağını da önceki yazımda söylemiştim.

Tahmin ettiğimiz gibi 6 Ekim Cuma günü 3,6149'dan kapanan dolar/tl kuru, vize krizi sonrası 9 Ekim Pazartesi günü gün doğmadan Uzakdoğu piyasalarında 3,8060'ı görmüş (%5,28 USD karşısında TL değer kaybetmiş) sonrasında yavaş yavaş bu değer kayıplarını uygulama kalkmamış olsa da kalkacağı düşüncesi ile telafi edebilmiş ve 13 Ekim Cuma günü 3,6349'dan kapanmıştı.

Yani TL, haftayı %0,55'lik değer kaybıyla kapattı diyebilsek de bu kriz anında döviz alanlar fazladan para kaybetmiş veya kazanmış olması da mümkün.

08 Ekim 2017

Diplomasi Tarihimize Not Düşmek Adına...

Birkaç gün önce ABD'nin İstanbul Konsolosluğu'nda görevli bir personel, casusluk suçlamasıyla mahkemeye çıkarılmış ve tutuklanmıştı.

Yaklaşık 40 dakika önce ABD Büyükelçiliği Twitter hesabından yapılan açıklamada "Son zamanlarda yaşanan olaylar, ABD Hükümeti'ni, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'nin ABD Misyonu'nun tesisleri ve personelinin güvenliğine ilişkin taahhütlerini yeniden değerlendirmek zorunda bırakmıştır" diyerek bu konuya atıfta bulunuyorlar.

Ve diplomatik yaptırım olarak da "ziyaretçi sayısını en aza indirmek" adı altında Türk vatandaşlarının vize başvurularını askıya alarak bir anlamda ekonomik yaptırım uygulamış olacaklar. Etkisini yarın görmeye başlayacağız. Ne şiddette olur bekleyip göreceğiz.

06 Ekim 2017

İstanbul, İstanbul olalı...

Bugün, İstanbul'un İngiliz İşgali'nden Kurtuluşu'nun 94. yılı...

İngilizler, İstanbul'u I. Dünya Savaşı sonunda, 30 Ekim 1918'de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması'na dayanarak 13 Kasım 1918'de -bugünlerde çalıştırılmayan ve atıl durumda bırakılmış, kimi zaman yangınlara göğüs germiş, otele dönüşmemek tarihsel misyonunu korumak için bu hassasiyetleri taşıyan vatandaşlar tarafından savunulmuş- Haydarpaşa Tren Garı'nın yakınına demirleyip fiili işgali başlatmıştı.

04 Ekim 2017

Titanik etkisi ile yaşamaya dair...

Bugün günlerden Çarşamba...

Ülke gündemi;

  • Ani bir kararla TEOG'un kaldırılması sonrası yıllardır denenen ve yeterince başarılı olmayan yeni sistemlerin biriktirdiği "çocuklarımız iyi bir eğitim sistemine ne zaman kavuşacak" endişesinin yayılması,
  • İstanbul Büyükşehir Belediye başkanının istifası sonrası kamuoyunun gerekçesini fazla sorgulamadan ve ne olduğuna dair somut bir nedenin açıklanmamasına rağmen durumu normalleştirerek sorun etmediği,
  • MTV'ye (Motorlu Taşıtlar Vergisi) yüzde 40 zam yapıp tepki gelince düşürmek için kırk takla atılırken gerçekte yapılan toplam vergi zamlarının yüzde 15'ine denk gelen MTV'ye odaklanılması,
  • Vergi zamlarına ek olarak Mehmet Şimşek'in "ya borçlanacağız ya da vergileri artıracağız" açıklaması ile bir anlamda kötü bütçe yönetimini itiraf etmesi,
  • Ankara Büyükşehir Belediye başkanının istifa ettirileceğine dair söylentilerin çıkması sonrası yapılan yuvarlak açıklama/cevaplar arka planda Gökçek'in Topbaş'a göre daha sıkı pazarlık yaptığı izlenimi vermesi,
Ekonomistin gündemi;
  • İstanbul'da İstanbul Ticaret Odası (İTO) paylaştığı Eylül ayı enflasyon rakamlarına göre aylık ve yıllık artış sürmeye devam ediyor ve üretici fiyatlarının tüketici fiyatlarına geçişkenliğini dikkate aldığımızda daha da süreceğe benziyor: %9.20
  • Dolar/TL (USDTRY) an itibariyle bu yazıyı yazarken 3,5660 olduğundan ötürü yıllık artış yüzde 16.85 ve cari açık veren ülkeler arasında ilk üçte olduğumuzu da dikkate aldığımızda enflasyonda kur etkisinin farkında olunması,
  • 2003 yılı Ocak ayında 100 TL ile alabildiği mal ve hizmet sepetini 2017 Eylül ayında 331,2 TL ile alabiliyor hale gelmesi,
  • Çekirdek enflasyonun (enerji, gıda ve alkolsüz içecekler, alkollü içkiler ile tütün ürünleri ve altın hariç TÜFE) yüzde 10,98 ile Şubat 2004'teki yüzde 11,51'den sonraki en yüksek seviyesine görmesi,
  • Borsada yatırım yapılacak kağıtların iyi birkaç şirketle sınırlı olduğu bir döneme girilmesi,
  • FED, ECB gibi önemli merkez bankalarının "bilançolarında azaltma yapma veya faiz artırımı gibi araçlarını kullanır mı acaba" endişesi,
Halkın gündemi;
  • Yap-işlet-devret modelinin mimarı Thatcher, nam-ı değer Demir Leydi, tarzı uygulamalarla yapılan köprülerden biri olan Osmangazi Köprüsü'nün yapımına karşı belli sayıda araç garantili işletim hakkı verilmesi sonrası garanti sayısının yarısı dolayında araç geçmesinden ötürü aradaki fark olan günlük 2.1 milyon TL (yıllık 774.1 milyon TL) FSM ve Boğaziçi köprülerindeki geçiş ücretlerine yapılan zamlarla karşılanması,
  • Otomobil satışlarında ÖTV'nin KDV'sinin alınarak hesaplanan vergilendirilmiş fiyat sonrası 1 araba alırken 1 araba da devlete alıyormuş gibi para ödemekle kalmayıp sonraki 5 yıllık süreçte  arabanın anahtar teslim fiyatının yaklaşık yüzde 30'u kadar harcama (yakıt, araç muayene, servis/bakım, MTV, kasko, trafik sigortası, vb.) yapmamızın gerecek olması,
  • Yaşam pahalılığının rahatsız edici boyuta ulaşması,
  • Toplu taşımanın yetersizliği (sefer sayısının azlığı), kalitesizliği (tehlikeli sürüşün ve teknik arıza ihtimalinin yarattığı tedirginlik), yoğunluğu (sefer sayısı kısa zaman aralıklığında olmadığı için araç içlerinin kalabalık olması),
  • Aman ev sahibi kiraya bu yıl zam yapmasa,
  • Çalışıyorum ama niye çalışıyorum, çalışıyorum ama yerimde sayıyorum!
--

Evet, daha pek çok madde var yazabileceğimiz ama özetle ve aklıma gelenleri bir çırpıda sizlerle paylaşmak istedim.

ÜLKE: Döngüsel bir eğitim sistemi değişikliği içerisine girmiş, Türkiye ekonomisinin %30'unu oluşturan İstanbul'un belediye başkanı neden göstermeden istifa ettiği gibi unutulabilen, 8 kişiye 1 arabanın düştüğü ama siyasi faturasının en az olacağının düşünüldüğü kitleye vergi zamlarını umarsızca yapabilen, başkentinin kadrolu belediye başkanı hakkında çıkan istifa dedikodusu sonrası garip pazarlık iddialarının ortaya atılabildiği eşsiz bir yer.

EKONOMİST: Titanik etkisini hiç aklından çıkarmadan yaşa.

HALK: Gördüğünüz gibi kullandığı köprünün de kullanmadığının da parasını ödeyen, hanesine bir araba alırken bir tane de devletine bağışlayan, yaşam kalitesi gelişmiş ülkelere kıyasla hayli düşük olan, gelirinin yüzde 30'unu kiraya harcayan, tasarruf yapamayan bir halk mutsuz olmaz da ne olur...

--

Titanik Etkisi: "Facianın imkansız olduğu düşüncesi, genellikle hiç akla gelmeyecek bir faciaya neden olur" -Gerarld M.Weinberg).

24 Eylül 2017

Borçla Bezenmiş Ekonomide Borçsuzluk Aranıyor...

İstanbul Büyükşehir Belediye başkanı Kadir Topbaş, "Borçlu bir belediye bırakmıyorum" diyerek istifa etmişti geçtiğimiz günlerde... Peki bu doğru mu? Gelin İBB'nin borçluluğuna birlikte bakalım.

Borçlar, bilançoda kısa ve uzun vadeli olmak üzere iki ana kalemde (iç ve dış olmak üzere iki alt kalemde) ve pasif tarafta yeralır. Yaptığım incelemeler sonucu İBB'nin yayınladığı raporlardan edindiğim bilgiler doğrultusunda 2006-2016 yılları arası bilançolarında görünen hiç de borçsuz olmadığı yönünde...

-->Borçluluk ile ilgili detaylara girmeden önce TÜİK tarafından yayınlanmış 2016 büyüme verilerine göre GSYH 2.6 trilyon TL olduğunu bir köşeye not alalım. Bu önemli çünkü İBB'nin aktif büyüklüğünü Türkiye'nin GSYH'sine oranladığımızda dikkat çekici bir sonuçla karşılaşacağız.

Bir belediyenin borçsuz iş yapabilmesi için yeterli özkaynağının olması gerekmektedir. Yani bütçe fazlası vererek birikim yapmalı ve bu birikimi de yatırım yaparak değerlendirmelidir. Bu birikim yeterli olmadığı takdirde belediyeler gereksinimleri doğrultusunda borçlanmak durumunda kalır. İBB de kimine göre 15 milyon kimine göre 20 milyonluk nüfuslu bir mega kenti yönettiği düşünülürse işi son derece zor ve bir o kadar da önemlidir. Nitekim 2006-2016 dönemine bakıldığında özkaynak, kısa vadeli borç, uzun vadeli borç ve toplam borç miktarındaki yıllık ortalama artış sırasıyla şöyle; %8.9, %23.9, %74.9 ve %33.9.

Yani İBB özkaynaklarını 27 milyar TL'den 63.2 milyar TL'ye çıkarırken toplam borcunu 1.1 milyar TL'den 13.1 milyar TL'ye çıkarmıştır. Özkaynakları 2 katına çıkarken toplam borcu 13 katına çıkmıştır!

Böylece borçsuz bir belediye bırakılmadığını ispatlamış oluyoruz.

-->Unutmadan İBB'nin aktif büyüklüğünü Türkiye'nin GSYH'sine oranı %2.9'dur.

Tabi bunlar 2016 yılı rakamları, ne yazık ki 2017 yılı ilk üç çeyrek sonrası verilere sahip değilim. Özellikle dolar kurundaki artışın etkisi ne boyutta oldu maalesef göremiyoruz.























NOT: 2006 öncesi verilere erişemediğim için 2006'dan itibaren başlıyor. (Kaynak)

15 Eylül 2017

İsveç'te Bir Bilişim Skandalı Hikayesi...

Geçtiğimiz Temmuz ayında İsveç'te benzerine az rastlanır bir hata gerçekleşerek ülkedeki bütün vatandaşların ulaşım bilgileri sızmıştı. Peki bu olay nasıl olmuştu? En başa dönelim...

İsveç Ulaşım Ajansı, 2015 yılında IBM ile ağ ve sunucularına bakım yapması için anlaşma yapmıştı. Akabinde İsveç Ulaşım Ajansı noktasına virgülüne kadar bütün ulaşım bilgilerini IBM'nin bulutuna yüklediğini sanıyordu. Ancak öyle olmadığının farkına varıldığında artık çok geçti. IBM'in bulutu yerine bilgiler başkalarının bilgisayarlarına şifresiz bir şekilde göndermişti.

Bu bilgilerden bazıları;

  • ülkedeki tüm araçların bilgileri (sayıları, kondisyonları, vs.),
  • tanık koruma programında olanların tüm bilgileri,
  • araç sürücülerinin lisans bilgileri (yani kimlik bilgileri) de paylaşıldı.
  • karayollarının ve köprülerin taşıma kapasiteleri,
  • hava kuvvetlerindeki savaş pilotların isimleri, fotoğrafları, ev adresleri,
  • polis memurların isimleri, fotoğrafları, ev adresleri,
  • özel kuvvetlerde görevli askerlerin tüm bilgileri,

İsveç Gizli Servisi 2016 yılında bu sızmayı keşfetti ve soruşturma başlattı. Gözler o dönem İUA'nın direktörünü aradı. Kendisi Ocak 2017'de emekliye ayrılmıştı. Hukukun olmadığı ülkelerde kolaylıkla hiçbir ceza almadan şakayla karışık esprilerle paçayı kurtarabilirdi. Maria Ågren ise, dönemin İUA direktörü, soruşturmaya dahil edildi ve mahkeme sonucunda "gizli bilgilere yeterince dikkat etmeme" suçundan suçlu bulunarak aylık maaşının yarısı tutarında para cezasıyla cezalandırıldı. Yeni İsveç Ulaşım Ajansı direktörü: "bilgilerin güvenliğinin sonbahardan önce sağlanamayacağını" söylemişti.

Akabinde kamuoyunda yükselen tepkiler neticesinde hükümetten İçişleri Bakanı Anders Ygeman ve Altyapı Bakanı Anna Johansson istifa ettiler.

--

Ama bu istifalar parlamentodaki (Riksdag) aşırı sağ parti İsveçli Demokratları tatmin etmedi. Hükümeti düşürmek için güven oylaması talep ettiler. Bugün yapılan güven oylamasında hükümeti düşürmeye yetecek kadar oy çıkmadı. 349 milletvekilinden sadece 43 tanesi güvenoyunun aleyhinde oy kullandı. Böylece son 37 yılda yapılan 8. güven oylamasında da hükümeti düşürecek çoğunluk sağlanamadı.

Sonuç olarak Sosyal Demokratlar ile Yeşiller koalisyonu "azınlık" iktidarı (138/349) göreve devam ediyor...

13 Eylül 2017

Avam Kamarası'nda benzer notalı bir resital...

Dünyanın neresine giderseniz gidin üç aşağı beş yukarı siyasetin benzer şekilde cereyan ettiğini görürsünüz. Demokrasinin geliştiği ülkeler ile demokrasinin olmadığı veya aksak olduğu ülkelerde iktidar ve muhalefetin tartıştığı konu başlıklarının benzer olması gibi.

Yaklaşık üç saat önce başlayıp bir saat süren Birleşik Krallık Başbakanı Theresa May'in soru önergelerini cevaplaması son derece sıcak bir atmosferde geçti. Özellikle son açıklanan işsizlik ve istihdam rakamları dikkate alındığında May'in elinin güçlü olduğu kolaylıkla söylenebilirdi. Bir açıdan sadece lider bazında değil 1997-2010 dönemi İşçi Partisi iktidarının, 2008 krizinin bir sonucu olarak, iktidarı Muhafazakar Parti'ye devretmesi sonucunda halk tarafından müthiş kredisi olan bir partinin lideri olabilirdi. Nitekim bu krediyi David Cameron fazlasıyla tüketmişti. Brexit sonrası yapılan, halk nezdinde bir güvenoyu niteliği de taşıyan ve May'in isteğiyle erken seçim kararı alınarak yapılan Haziran 2017 seçimlerinde ise tek başına iktidarı kaybeden May inatçı yapısını koruyarak bir şekilde iktidarı elinde tutmayı başarmıştı.

Bugüne gelelim. Avam Kamarası'nda gerçekleşen oturumda, İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn tarafından sorulan sorulara cevap verirken bulduk May'i. Eleştiride birbirlerine kullandıkları dilin olabildiğince seviyeli olmasının dışında konu başlıklarının ve göstergelerin siyaseten benzerliği dikkatimi çekti. Aslında Corbyn'in eleştirilerine baktığımızda Birleşik Krallık'ta yolunda gitmeyen şeylerin neler olduğuna dair bir fikir edinme imkanı da bulmuş oluyoruz. Sorulan sorular ve verilen cevaplarla ise ideolojik olarak konulara bakışlarını partilerin öğrenme fırsatı yakalıyoruz.

Corbyn'in eleştirilerinde kullandığı argümanlar ekonomi merkezli diyebiliriz. Ülkenin ekonomik yavaşlamanın ortasında olduğunu destekleyecek birtakım göstergelere atıfta bulunmasının yanısıra (büyüme yavaşlaması, üretimin kötüleşmesi, reel ücretlerin düşmesi, tüketici borçlarının %10 artması, hemşire olmak isteyen sayısındaki düşüş vb.) yoksulluk seviyesinin altında yaşayan 5 milyon çocuk olduğu söylemesi son derece çarpıcıydı. İş güvencesizliğinin artmasını ve yoksulluğa bolca değindi denebilir. Ek olarak BK'de üniversiteler paralı olduğu için öğrenci kredisi kullanan öğrenciler mezun olduklarında ortalama £57.000 borçlu oluyorlarmış ve bu göstergede Dünya'da ilk sırada olduğunu söyledikten sonra May'e bu borçlarla ilgili ve üniversite ücretleri ilgili ne yapacağını sorduğunda aldığı cevap: "Sen söz vermiştin, tutamadın sözünü" oldu.

May ise İşçi Partisini ülkeyi yüksek borçluluk ve yüksek vergilerle karşı karşıya bırakan, iş olanakları yaratamamakla suçladı. Arada bolca yatırımların artmasından, vergi kesintilerinden ve istihdamın artmasından söz ederken arada İskoç milletvekillerinden gelen 2007'den beri reel ücretlerin -%2.6 düştüğünü ve neden artmadığı sorusuna ise İskoç hükümetine sorun onlar bağımsız olmak istiyordu diyerek tersleyip akabinde İskoçya, Birleşik Krallık ile daha iyi durumda demesi klasik sorudan kaçan bir siyasetçi örneğiydi.

İki tane gerçeklik var elimizde:

  1. İstihdam artışı, her zaman refahı da artırmaz.
  2. Geniş halk kesimlerini kapsayan vergi affı (kesintisi) her zaman ekonominin iyi olduğuna dair bir sinyal değildir.
Bugün açıklanan son verilerle işsizlik oranının %4.3'e düşerek 1975'ten beridir en düşük seviyesine ulaşması kuşkusuz önemli bir gelişmedir, bununla beraber reel ücretlerde bir artış da gördüğümüz takdirde. Çünkü insanların daha iyi şartlarda yaşaması için alım güçlerinin düşmemesi refah için öncelikli bir beklentidir. İşsizlik oranının yüksek olmasındansa yeğlenebilir bir durum olmakla beraber gelişmiş ülkelerin bu tip durumlarda bir yenilik yaparak bu zirve noktasını aşması beklenir. Önceki zamanlarda olduğu gibi bir yol bulunur.

Bir hükümet kaşına gözüne bakarak vergi affı yapmaz. Ya toplayamıyordur ve bunu bir politik kazanca dönüştürme amacı taşır ya da ekonomi iyi gitmiyordur ve vergi mükelleflerine geçici bir nefes alma fırsatı verir.

--

Büyük Britanya'dan aktaracaklarım şimdilik bu kadar... Kendinize iyi bakın.

10 Eylül 2017

Küresel Servet'e dair ilginç şeyler...

İsviçre'nin önemli bankalarından Credit Suisse, geçtiğimiz senenin Kasım ayında 2016 yılı Küresel Servet Raporunu yayınladı. Ne kadar kaliteli bir rapor olduğu ise çeşitli iktisatçılar tarafından hala tartışılıyor.

Tartışma daha çok rapor hazırlanırken kullanılan yöntem üzerinde yoğunlaşırken servet dağılımının dengesizliği ikinci plana atılıyor. Orijinal rapora bakmak isteyenler için gerekli linki aşağıda paylaşacağım ama önce şu yöntem meselesini biraz sizler için açmak istiyorum.

Öncelikle Credit Suisse'in "servet" tanımını nasıl yaptığına bakmakta fayda var.

Kavram olarak serveti "hanehalklarının sahip olduğu finansal varlıkların ve gayrimenkullerin değerlerinin toplamından borçları çıkardıktan sonra geriye kalan" olarak tanımlamaktadır. Kapsam olarak ise araştırmada 200 ülkeden 4.8 milyar yetişkin seçilmiş, görece düşük miktarda servete sahip olduğu için çocuklar kapsam dışı bırakılmıştır.

Yani sahip olduğunuz döviz miktarı, altın miktarı, TL miktarı, bonolar, tahviller, hisse senetleri, otomobil, uçak vb. taşınabilir olan (finansal) varlıklarınıza konut, arsa, dükkan vb (finansal olmayan/gayrimenkul) varlıklarınız toplanıp borçlarınız çıkarılarak ulaşılıyor.

Rapora göre dört servet dilimi var:

  • < $10.000 | 3.5 milyar (%73.2) | $6.1 trilyon (%2.4)
  • $10.000 < $100.000 | 897 milyon (%18.5) | $29.1 trilyon (%11.4)
  • $100.000 < $1.000.000 | 365 milyon (%7.5) | $103.9 trilyon (%40.6)
  • > $1.000.000 | 33 milyon (%0.7) | 116.6 trilyon (%45.6)
  • Toplam: 4.8 milyar yetişkin ve $256 trilyon.

İşte bu noktada iktisatçıların üzerinde anlaşamadığı bir takım sonuçların ortaya çıkmış olduğunu görüyoruz. Nedir onlar?

  1. Raporun sonucuna göre Dünya'daki servetin yaklaşık %75'i gayrimenkulden oluşması.
  2. Servetin gayrimenkul ağırlıklı oluşunun raporun anlamlılığına dair yarattığı etki.
  3. Ve Küresel Servet'in gerçekte ne olduğu? Ölçülebilir bir şey mi?
Ölçülenin sınırları vardır. Ve o sınırlar bazen fazla kısıtlayıcı olabilir. Cambridge İngilizce Sözlüğü'nde servetin iki anlamı var: "para" (money) ve "büyük miktar" (large amount).

Burada hassas nokta, ikinci anlamı açıklamak için kullanılan örnekte tecrübenin önemine değinmesidir.

Bu raporda ise, hanede yaşayanların yaş aralıkları, hanedeki çocuk sayısı, eğitim durumları, çalışma durumları gibi verilere değinilmiştir. Ancak hanehalklarının nasıl işlerde çalıştıkları ya da servet edinim yolları ile ilgili eksiklikler olduğunu söyleyebiliriz. Öte yandan 'Credit Suisse'in kendi tanımladığı servet' ile hesapladıkları sonuçlar tutarlıdır, diyebiliriz. Fakat benim burada değinmek istediğim servetin kavramsal tanımının bu kadar sığ olmaması gerektiğinin yanında varolanın daha detaylı analizinin gerekliliğidir. O nedenle veri edinimi olsun, kullanılan göstergeler olsun Dünya servetini hesaplamaktan ziyade küresel anlamda kafamızda bir çerçeve çizmiş oldukları somuttur.

Ama küresel serveti tescillemek kesinlikle değildir.

--

Son olarak rapordaki Türkiye ile ilgili verilere bakalım.
  • bölge olarak Avrupa yerine Asya-Pasifik,
  • gelir seviyesi olarak ise orta gelir seviyesi altındaki ülkelerden biri olarak kabul edilmiş
  • toplam serveti $1.1 trilyon, dünya servetinden payı ise %0.4
  • yetişkin başına düşen servet 2000 yılında $12.342
  • yetişkin başına düşen servet 2016 yılında $19.685
  • 2000 yılında nüfusu 66.4 milyon, 2016 yılında 80.3 milyon
  • 2000 yılında yetişkin 39.2 milyon, 2016 yılında 54.0 milyon
  • yetişkin oranı 2000'de %59.0, 2016'da ise %67.2
  • toplam servet 2000 yılında $484 milyar, 2016 yılında $1.063 milyar ($1.1 trilyon)
  • 2000'de yetişkin başına düşen finansal servet $3.993, gayrimenkul $8.814, borç $469
  • 2016'da yetişkin başına düşen finansal servet $10.087, gayrimenkul $15.687, borç $6.089
  • 2015-2016 arası toplam hanehalkı serveti $62 milyar azalmış yani -%5.5; yetişkin başına düşen servet -%7.1 azalmış; konut fiyat endeksi %18.4 artmış; piyasa değeri -%12.2 değer kaybetmiş;  dolar/tl kuru %6.8 artmış
  • 2016 yılında $100.000 üzerinde serveti olan yetişkin sayısı 1.1 milyon; $1.000.000 üzerinde serveti olan yetişkin sayısı 77 bin ($1-5 milyon arası serveti olan yetişkin sayısı 65.005, $5-10 milyon arası 6.775, $10-50 milyon arası 4.612, $50-100 milyon arası 485, $100-500 milyon arası 338, $500 milyon-$1 milyar arası 35, $1 milyardan fazla 29)
  • en düşük servet dilimindeki (en alt %20) yetişkin sayısı 8.3 milyon servetten payı %15.4; aşağı %50'nin ise servetten payı %36.4

05 Eylül 2017

"Yunanistan'da Tatil" Trendi Gerçek mi Efsane mi?

Son zamanlarda Yunan Adaları'nda tatil yapmak popüler oldu. Bu konuda çok sayıda yazı da yazıldı. Ben de bu algı ne kadar doğru, gerçekten böyle bir Yunanistan'a giden sayımızda bir artış var mı sizler için araştırmak üzere gerçeğin peşine düştüm.

Yunanistan'a seyahat edenlerin sayısındaki değişimin bu analizde şüphesiz önemli olduğu ortada olmakla beraber bunun yanında Yunanistan'dan Türkiye'ye gelen turist sayısındaki değişimin de önemli olduğunu bir gerçek. Bunun ötesinde ortak deneyimleri paylaşan bu gezgin kesiminin iki ülkenin kültürel etkileşimin önemli birer bağlantı noktası olduğu cabası. Farkındalar mı emin değilim ama yaşadıkları tecrübeleri kendi çevreleriyle paylaşmaları başlı başına bu seyahat kanalının sürdürülebilirliği için fevkalade önemlidir.

Özellikle birkaç senedir dillendirilen her tatil fırsatında özellikle bahar ve yaz aylarında Yunan Adaları'na gitmek bir efsane mi yoksa gerçek mi bakalım derken olabildiğince eski verilere ulaşarak birkaç yıldan daha fazla geriye gitme fırsatı yakaladım. Şansım yaver gidince 2003 yılından 2016 yılı TÜİK resmi verilerinden hem Türkiye'den Yunanistan'a gidenlerin miktarına hem de Yunanistan'dan Türkiye'ye gelenlerin miktarına ulaştım.

Yandaki grafikten de görüldüğü gibi 2012 yılı sonrasında popülaritesi yükselen Yunanistan'ın 2015 yılı itibariyle Türkiye için bir çekim merkezi haline geldiğini görebiliyoruz. Bu veriler ışığında toplumda kendine yer edinmiş olan Yunanistan'a seyahat etme algısının efsane değil, gerçek olduğunu tespit etmiş bulunuyoruz. 2017 verilerine ulaştığımda bu analizimizi güncelleyeceğim.

Merak edenleriniz veya daha fazla veriye gözatmak isteyenleriniz için dörtlü bir grafik daha hazırladım. Orada turist miktarlarını görebilir ve yıldan yıla değişimleri karşılaştırma imkanı bulabilirsiniz.



Sizlerin de gördüğü gibi 2003 yılında 170.019 kişi Yunanistan'a giderken bu rakam nasıl oldu da 2015 yılında 898.919 kişi ile tavan rakamına ulaştı. Yunanistan açısından bunun bir başarı olduğu ortadayken Yunanistan'dan gelenlerin sayısında yarı yarıya bir kuvvette de olsa artış olduğunu söylemeliyiz. Ayrıca vize serbestisinin bizim açımızdan olmadığı bir ortamda böyle bir tabloyla karşılaşmamız üzerinde daha derin araştırmalar yapılmayı hakediyor. Bildiğiniz gibi AB üye ülkelerinden Türkiye'ye 90 gün boyunca vize uygulaması bulunmuyor. Ancak Türkiye'ye vize uygulaması var ve vize ücreti, tonla kişisel belge ve zahmetin sonucunda vize almanız garanti değil. Bu eşitsizliğin ortadan kalkması sonrası veriler ne yönde gelişir, gerçekten merak ediyorum.

Bir de Schengen Alanına dahil tüm AB ülkelerinde (Yunanistan dahil) Türk Vatandaşlarına uygulanan vize ücreti €60 iken AB Anlaşmasına dahil olan ülkeler: Arnavutluk, Bosna-Hersek, Rusya, Makedonya, Sırbistan, Gürcistan, Ukrayna, Karadağ, Azerbaycan, Ermenistan, Kosova ve Moldova vatandaşlarına €35 olduğunu bilmenizi ve bu konuda ilerleme kaydedilmesi için yapılması gerekenlerin yapılmasını umarım.

Vize ücretine detaylı bakmak isteyenler için: Tıklayın

NOT: Neden kırmızı çünkü Türkiye'de harcama yapıp turizm geliri sağladıkları için; neden mavi çünkü Yunanistan'da harcama yapıp turizm gelirini götürdükleri için.

01 Eylül 2017

Tatil Jimnastiği: 3 Hisse, 1 Ekonomik Kriz, 1 Trump

Gözden kaçan pek çok şey oluyor. Aynı anda birden çok yerde olmanın zorlayıcılığından. Değilken ise (tatildeyken) ben sizlere sıra dışı bilgiler paylaşayayım. Kafanız dağılır biraz daha...

2008 krizi kabusu geçmiş gibi görünse de geçmediğini içten içe birçoğumuz biliyoruz. Dünya çapındaki etkilerinden gözüme çarpan ilginç bir tanesinden sizlere bahsedeceğim bu yazımda.

Gelelim bugün itibariyle 38.7 milyar dolar piyasa değerine ulaşan İsveçli otomobil devine: VOLVO.

2000'de hisse fiyatı SEK 38,3 olan Volvo'nun 2007 Mayıs tarihinde SEK 145,0 fiyatla tarihi rekorunu kırdıktan birkaç ay içerisinde 2008 Ocak ayında önce SEK 85,0 sonra ise SEK 33,6 ile dibe vurduğu 2009 Ocak ayı önemliydi. Kronolojiden gördüğünüz gibi önce 6 ayda -%40 değer kaybediyor, sonra ise 12 ayda -%60 değer kaybederek neredeyse 18 ayda (1,5 yılda) -%76,8 değer kaybetmiştir.

Kriz sonrası zaman içinde SEK111'e kadar toparlasa da TRUMP'ın sahneye çıkışıyla tekrar alevlendi.

Volvo & Trump;

  • Adaylığını açıkladığı andan seçilene kadar: -%5,98
  • Seçilip başkanlığı devralana kadar: %16,07
  • Başkanlığı aldıktan ve vaatlerini yerine getiremedikten sonra: %28,19

Bugün itibariyle bu yazıyı yazarken VOLVO hisseleri SEK 143,96'dan işlem görüyor.

Peki bütün bunlar ne demek? Belirli bir disiplin içerisinde (ayda bir, 3 ayda bir, 6 ayda bir, yılda bir,... vb.) tasarruflarının bir kısmını Volvo hissesi alarak değerlendiren bir bireysel yatırımcı için mutlu bir gün iken tek seferli alıp satmak için bekleyenler için 2000'de alan biri için 2007 yılı seviyelerine bile henüz ulaşamadı (temettüleri ile belki o seviyeleri az da olsa geçmiş olduklarını varsayabiliriz).

2007 Mayıs'ta satıp 2009 Ocak'ta toplayanlar ise zirvenin sahibi olanlar.

$1 = SEK8,8663 (2000 Ocak)
1 lot Volvo = $4,32 (2000 Ocak)
--
$1 = SEK 6,9169 (2007 Mayıs)
1 lot Volvo = $20,96 (2007 Mayıs)
--
$1 = SEK6,3667 (2008 Ocak)
1 lot Volvo = $13,35 (2008 Ocak)
--
$1 = SEK8,3730 (2009 Ocak)
1 lot Volvo = $4,01 (2009 Ocak)
--
$1 = SEK7,9796 (2017 Eylül)
1 lot Volvo = $18,04 (2017 Eylül)

Çok belirgin tarihlerde bakmış olsak da Volvo hissesi ile doların ters orantılı olduğu söylenebilir.

++

Aynı ilişkiye benzer başka bir marka açısından bakalım.

Fransa'nın 26 milyar dolara yaklaşan piyasa değerine sahip önemli otomobil markası: RENAULT.

2000'de hisse fiyatı €53,90 olan Renault'nun 2007 Haziran tarihinde €119,21 ile tarihi rekorunu kırdıktan kısa bir süre sonra 2008 Ocak ayında önce €75,79 sonra ise €11,53 ile dibe vurduğu 2009 Şubat ayı önemliydi. İlk 5 ayda -%36.4, sonraki 13 aylık süreçte -%84.8 değer kaybederek neredeyse 18 ayda (1,5 yılda) -%90.32 değer kaybetmiştir.

Renault & Trump;

  • Adaylığını açıkladığı andan seçilene kadar: -%19,39
  • Seçilip başkanlığı devralana kadar: %14,02
  • Başkanlığı aldıktan ve vaatlerini yerine getiremedikten sonra: -%13,30

Kriz sonrası zaman içinde 2008 Ocak seviyesini birkaç defa aşsa da kalıcı olamamış ve bugün itibariyle €74.65 ile hemen altında seyretmektedir.

$1 = €1,0313 (2000 Ocak)
1 lot Renault = $52,26 (2000 Ocak)
--
$1 = €0,7385 (2007 Haziran)
1 lot Renault = $161,42 (2007 Haziran)
--
$1 = €0,6728 (2008 Ocak)
1 lot Renault = $112,64 (2008 Ocak)
--
$1 = €0,7892 (2009 Şubat)
1 lot Renault = $14,60 (2009 Şubat)
--
$1 = €0,8392 (2017 Eylül)
1 lot Renault = $88,95 (2017 Eylül)

++

Türkiye'nin 5 milyar dolara yaklaşan piyasa değerine sahip otomobil üreticisi: FORD OTOSAN.

2000'de hisse fiyatı ₺0,85 olan Ford Otosan'ın 2007 Ekim tarihinde ₺6,35 ile o zamana kadarki rekorunu kırdıktan sonra 2008 Mart ayında önce ₺4,82 sonra ise ₺2,26 ile dibe vurduğu 2009 Şubat ayı önemliydi. İlk 5 ayda -%24.1, sonraki 11 aylık süreçte -%53.11 değer kaybederek neredeyse 16 ayda -%64,4 değer kaybetmiştir.

Ford Otosan & Trump;

  • Adaylığını açıkladığı andan seçilene kadar: -%4,69 ($11.16-->$9,06; -%18,81)
  • Seçilip başkanlığı devralana kadar: %9,28 ($9,06-->$8,44; -%6,84)
  • Başkanlığı aldıktan ve vaatlerini yerine getiremedikten sonra: %49,54 ($8,44-->$13,80; %63,5)

Kriz sonrası zaman içinde rekor üstüne rekor kırarak ve son kapanış fiyatı ₺47,54 olmuştur.

$1 = ₺0,5597 (2000 Ocak)
1 lot Froto = $1,51 (2000 Ocak)
--
$1 = ₺1,1649 (2007 Ekim)
1 lot Froto = $5,45 (2007 Ekim)
--
$1 = ₺1,3347 (2008 Mart)
1 lot Froto = $3,61 (2008 Mart)
--
$1 = ₺1,7001 (2009 Şubat)
1 lot Froto = $1,33 (2009 Şubat)
--
$1 = ₺3,4426 (2017 Eylül)
1 lot Froto = $13,81 (2017 Eylül)

2008 krizinin ve Trump etkilerinin Volvo, Renault ve Ford Otosan şirketlerinin hisseleri üzerindeki etkileri gözlemlemeye çalıştık ve sonuç olarak 2008 krizinden sırasıyla -%76.8, -%90,32 ve -%64.4 değer kayıplarına ulaşan hisselerin hisse sahiplerine muazzam miktarda zarara uğratmış olduğu gördük. Bu hisselerden düzenli bir biçimde alan yatırımcılar zararı daha az yaşayıp daha çabuk krizden çıkmış olsa da tek seferli yatırım yapanlar ve buraya yatırdıkları miktara kısa vadede ihtiyacı olanlar büyük bir şok yaşamış olmalılar.

Ayrıca kriz öncesi dolar bazındaki rekor seviyeyi aşabilen yalnızca Ford Otosan olmuştur. Volvo ve Renault kriz öncesi seviyelere yakın olsa da geçebilmiş değildir ve Froto gibi %153,39 değerlenmemiştir.

Trump etkisi ise seçilene kadar üç hissede de ciddi kayıplara neden olurken seçimi kazandıktan sonra (özellikle başkanlığı devraldıktan sonra) gelişmekte olan ülke hisselerinde neden olduğu kayıpları aşan kazançlara neden olmuş (Froto dolar bazında %63,50) iken gelişmiş ülke hisselerinde henüz adaylığını açıkladığı seviyelere bile erişilememiştir.

Bakalım ilerleyen süreçte nasıl değişimler göreceğiz.

21 Ağustos 2017

Başlangıç

Uzun zamandır yazmak istiyordum. Yazamıyordum. Yazmak için doğru duyguya sahip olacağım anı bekliyordum. O gün bugünmüş. Yazıyorum. Bu kadar çok nokta koyduğumu hatırlamıyorum eski yazılarımda. En azından kullandığım cümle yapıları daha farklıydı. Bakalım nasıl gidecek...

Bu yazıyı yazdıran şarkıdan bahsederek, hatta mümkünse yazıyı okurken size eşlik etmesini de önerdiğim, başlamak istiyorum. Çok aşina olduğum bir şarkıydı. Eminim siz de ilk duyduğunuzda benimle aynı hisleri paylaşacaksınız. Sonrası için: "Donnie Darko".

Olay şöyle başlıyor. Ara sıra dinlediğim ve radyo programlarını beğendiğim France Bleu Alsace'ı dinliyorum. Bunu mümkün kılan myTuner uygulaması da önemli bir yere sahip. Sadece Fransızca şarkılara yer vermekle kalmayan bir radyo olmasından ötürü de sempatimi kazanmış bir radyodur. Ne de olsa gelişmiş ülkelerde pek azımızın farkında olduğu çoklu bir kültür ortamı vardır. Tabi her insanın her insandan öğreneceği bir şey olduğu gibi her kültürün de başka bir kültüre katabileceği bir şeyler var. Hatta çok şey var. Yeter ki değişime açık olabilelim.

Programları keyiflidir. Zamanınızı iyi geçirmeniz için program yapar, zaman geçsin diye değil. Ara sıra dinlemek kendi gerçekliğinizden bir adım uzaklaşmak için gerçekten çok doyurucu oluyor. Ve sizi düşünmeye sevk edebiliyor. Düşündükçe de yanlış öğrenmelerle bezenmenin üst üste yanlış yollara sapan bir sürücünün vardığı yeri varmak istediği yer sanması gibi bir düğüme dönüştüğünü farkettiriyor. Yanlış üstüne yanlış bize doğru vermek yerine doğrudan başka bir şey verir. Veriyor. Yanlışın doğru gibi evrensel olması ve göreceli olmaması sadece durumu daha da zorlaştırıyor.

Biz şimdilik bir mola verelim. MJ'in söyleyecekleri var: "Heeeyyy!"