24 Eylül 2017

Borçla Bezenmiş Ekonomide Borçsuzluk Aranıyor...

İstanbul Büyükşehir Belediye başkanı Kadir Topbaş, "Borçlu bir belediye bırakmıyorum" diyerek istifa etmişti geçtiğimiz günlerde... Peki bu doğru mu? Gelin İBB'nin borçluluğuna birlikte bakalım.

Borçlar, bilançoda kısa ve uzun vadeli olmak üzere iki ana kalemde (iç ve dış olmak üzere iki alt kalemde) ve pasif tarafta yeralır. Yaptığım incelemeler sonucu İBB'nin yayınladığı raporlardan edindiğim bilgiler doğrultusunda 2006-2016 yılları arası bilançolarında görünen hiç de borçsuz olmadığı yönünde...

-->Borçluluk ile ilgili detaylara girmeden önce TÜİK tarafından yayınlanmış 2016 büyüme verilerine göre GSYH 2.6 trilyon TL olduğunu bir köşeye not alalım. Bu önemli çünkü İBB'nin aktif büyüklüğünü Türkiye'nin GSYH'sine oranladığımızda dikkat çekici bir sonuçla karşılaşacağız.

Bir belediyenin borçsuz iş yapabilmesi için yeterli özkaynağının olması gerekmektedir. Yani bütçe fazlası vererek birikim yapmalı ve bu birikimi de yatırım yaparak değerlendirmelidir. Bu birikim yeterli olmadığı takdirde belediyeler gereksinimleri doğrultusunda borçlanmak durumunda kalır. İBB de kimine göre 15 milyon kimine göre 20 milyonluk nüfuslu bir mega kenti yönettiği düşünülürse işi son derece zor ve bir o kadar da önemlidir. Nitekim 2006-2016 dönemine bakıldığında özkaynak, kısa vadeli borç, uzun vadeli borç ve toplam borç miktarındaki yıllık ortalama artış sırasıyla şöyle; %8.9, %23.9, %74.9 ve %33.9.

Yani İBB özkaynaklarını 27 milyar TL'den 63.2 milyar TL'ye çıkarırken toplam borcunu 1.1 milyar TL'den 13.1 milyar TL'ye çıkarmıştır. Özkaynakları 2 katına çıkarken toplam borcu 13 katına çıkmıştır!

Böylece borçsuz bir belediye bırakılmadığını ispatlamış oluyoruz.

-->Unutmadan İBB'nin aktif büyüklüğünü Türkiye'nin GSYH'sine oranı %2.9'dur.

Tabi bunlar 2016 yılı rakamları, ne yazık ki 2017 yılı ilk üç çeyrek sonrası verilere sahip değilim. Özellikle dolar kurundaki artışın etkisi ne boyutta oldu maalesef göremiyoruz.























NOT: 2006 öncesi verilere erişemediğim için 2006'dan itibaren başlıyor. (Kaynak)

15 Eylül 2017

İsveç'te Bir Bilişim Skandalı Hikayesi...

Geçtiğimiz Temmuz ayında İsveç'te benzerine az rastlanır bir hata gerçekleşerek ülkedeki bütün vatandaşların ulaşım bilgileri sızmıştı. Peki bu olay nasıl olmuştu? En başa dönelim...

İsveç Ulaşım Ajansı, 2015 yılında IBM ile ağ ve sunucularına bakım yapması için anlaşma yapmıştı. Akabinde İsveç Ulaşım Ajansı noktasına virgülüne kadar bütün ulaşım bilgilerini IBM'nin bulutuna yüklediğini sanıyordu. Ancak öyle olmadığının farkına varıldığında artık çok geçti. IBM'in bulutu yerine bilgiler başkalarının bilgisayarlarına şifresiz bir şekilde göndermişti.

Bu bilgilerden bazıları;

  • ülkedeki tüm araçların bilgileri (sayıları, kondisyonları, vs.),
  • tanık koruma programında olanların tüm bilgileri,
  • araç sürücülerinin lisans bilgileri (yani kimlik bilgileri) de paylaşıldı.
  • karayollarının ve köprülerin taşıma kapasiteleri,
  • hava kuvvetlerindeki savaş pilotların isimleri, fotoğrafları, ev adresleri,
  • polis memurların isimleri, fotoğrafları, ev adresleri,
  • özel kuvvetlerde görevli askerlerin tüm bilgileri,

İsveç Gizli Servisi 2016 yılında bu sızmayı keşfetti ve soruşturma başlattı. Gözler o dönem İUA'nın direktörünü aradı. Kendisi Ocak 2017'de emekliye ayrılmıştı. Hukukun olmadığı ülkelerde kolaylıkla hiçbir ceza almadan şakayla karışık esprilerle paçayı kurtarabilirdi. Maria Ågren ise, dönemin İUA direktörü, soruşturmaya dahil edildi ve mahkeme sonucunda "gizli bilgilere yeterince dikkat etmeme" suçundan suçlu bulunarak aylık maaşının yarısı tutarında para cezasıyla cezalandırıldı. Yeni İsveç Ulaşım Ajansı direktörü: "bilgilerin güvenliğinin sonbahardan önce sağlanamayacağını" söylemişti.

Akabinde kamuoyunda yükselen tepkiler neticesinde hükümetten İçişleri Bakanı Anders Ygeman ve Altyapı Bakanı Anna Johansson istifa ettiler.

--

Ama bu istifalar parlamentodaki (Riksdag) aşırı sağ parti İsveçli Demokratları tatmin etmedi. Hükümeti düşürmek için güven oylaması talep ettiler. Bugün yapılan güven oylamasında hükümeti düşürmeye yetecek kadar oy çıkmadı. 349 milletvekilinden sadece 43 tanesi güvenoyunun aleyhinde oy kullandı. Böylece son 37 yılda yapılan 8. güven oylamasında da hükümeti düşürecek çoğunluk sağlanamadı.

Sonuç olarak Sosyal Demokratlar ile Yeşiller koalisyonu "azınlık" iktidarı (138/349) göreve devam ediyor...

13 Eylül 2017

Avam Kamarası'nda benzer notalı bir resital...

Dünyanın neresine giderseniz gidin üç aşağı beş yukarı siyasetin benzer şekilde cereyan ettiğini görürsünüz. Demokrasinin geliştiği ülkeler ile demokrasinin olmadığı veya aksak olduğu ülkelerde iktidar ve muhalefetin tartıştığı konu başlıklarının benzer olması gibi.

Yaklaşık üç saat önce başlayıp bir saat süren Birleşik Krallık Başbakanı Theresa May'in soru önergelerini cevaplaması son derece sıcak bir atmosferde geçti. Özellikle son açıklanan işsizlik ve istihdam rakamları dikkate alındığında May'in elinin güçlü olduğu kolaylıkla söylenebilirdi. Bir açıdan sadece lider bazında değil 1997-2010 dönemi İşçi Partisi iktidarının, 2008 krizinin bir sonucu olarak, iktidarı Muhafazakar Parti'ye devretmesi sonucunda halk tarafından müthiş kredisi olan bir partinin lideri olabilirdi. Nitekim bu krediyi David Cameron fazlasıyla tüketmişti. Brexit sonrası yapılan, halk nezdinde bir güvenoyu niteliği de taşıyan ve May'in isteğiyle erken seçim kararı alınarak yapılan Haziran 2017 seçimlerinde ise tek başına iktidarı kaybeden May inatçı yapısını koruyarak bir şekilde iktidarı elinde tutmayı başarmıştı.

Bugüne gelelim. Avam Kamarası'nda gerçekleşen oturumda, İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn tarafından sorulan sorulara cevap verirken bulduk May'i. Eleştiride birbirlerine kullandıkları dilin olabildiğince seviyeli olmasının dışında konu başlıklarının ve göstergelerin siyaseten benzerliği dikkatimi çekti. Aslında Corbyn'in eleştirilerine baktığımızda Birleşik Krallık'ta yolunda gitmeyen şeylerin neler olduğuna dair bir fikir edinme imkanı da bulmuş oluyoruz. Sorulan sorular ve verilen cevaplarla ise ideolojik olarak konulara bakışlarını partilerin öğrenme fırsatı yakalıyoruz.

Corbyn'in eleştirilerinde kullandığı argümanlar ekonomi merkezli diyebiliriz. Ülkenin ekonomik yavaşlamanın ortasında olduğunu destekleyecek birtakım göstergelere atıfta bulunmasının yanısıra (büyüme yavaşlaması, üretimin kötüleşmesi, reel ücretlerin düşmesi, tüketici borçlarının %10 artması, hemşire olmak isteyen sayısındaki düşüş vb.) yoksulluk seviyesinin altında yaşayan 5 milyon çocuk olduğu söylemesi son derece çarpıcıydı. İş güvencesizliğinin artmasını ve yoksulluğa bolca değindi denebilir. Ek olarak BK'de üniversiteler paralı olduğu için öğrenci kredisi kullanan öğrenciler mezun olduklarında ortalama £57.000 borçlu oluyorlarmış ve bu göstergede Dünya'da ilk sırada olduğunu söyledikten sonra May'e bu borçlarla ilgili ve üniversite ücretleri ilgili ne yapacağını sorduğunda aldığı cevap: "Sen söz vermiştin, tutamadın sözünü" oldu.

May ise İşçi Partisini ülkeyi yüksek borçluluk ve yüksek vergilerle karşı karşıya bırakan, iş olanakları yaratamamakla suçladı. Arada bolca yatırımların artmasından, vergi kesintilerinden ve istihdamın artmasından söz ederken arada İskoç milletvekillerinden gelen 2007'den beri reel ücretlerin -%2.6 düştüğünü ve neden artmadığı sorusuna ise İskoç hükümetine sorun onlar bağımsız olmak istiyordu diyerek tersleyip akabinde İskoçya, Birleşik Krallık ile daha iyi durumda demesi klasik sorudan kaçan bir siyasetçi örneğiydi.

İki tane gerçeklik var elimizde:

  1. İstihdam artışı, her zaman refahı da artırmaz.
  2. Geniş halk kesimlerini kapsayan vergi affı (kesintisi) her zaman ekonominin iyi olduğuna dair bir sinyal değildir.
Bugün açıklanan son verilerle işsizlik oranının %4.3'e düşerek 1975'ten beridir en düşük seviyesine ulaşması kuşkusuz önemli bir gelişmedir, bununla beraber reel ücretlerde bir artış da gördüğümüz takdirde. Çünkü insanların daha iyi şartlarda yaşaması için alım güçlerinin düşmemesi refah için öncelikli bir beklentidir. İşsizlik oranının yüksek olmasındansa yeğlenebilir bir durum olmakla beraber gelişmiş ülkelerin bu tip durumlarda bir yenilik yaparak bu zirve noktasını aşması beklenir. Önceki zamanlarda olduğu gibi bir yol bulunur.

Bir hükümet kaşına gözüne bakarak vergi affı yapmaz. Ya toplayamıyordur ve bunu bir politik kazanca dönüştürme amacı taşır ya da ekonomi iyi gitmiyordur ve vergi mükelleflerine geçici bir nefes alma fırsatı verir.

--

Büyük Britanya'dan aktaracaklarım şimdilik bu kadar... Kendinize iyi bakın.

10 Eylül 2017

Küresel Servet'e dair ilginç şeyler...

İsviçre'nin önemli bankalarından Credit Suisse, geçtiğimiz senenin Kasım ayında 2016 yılı Küresel Servet Raporunu yayınladı. Ne kadar kaliteli bir rapor olduğu ise çeşitli iktisatçılar tarafından hala tartışılıyor.

Tartışma daha çok rapor hazırlanırken kullanılan yöntem üzerinde yoğunlaşırken servet dağılımının dengesizliği ikinci plana atılıyor. Orijinal rapora bakmak isteyenler için gerekli linki aşağıda paylaşacağım ama önce şu yöntem meselesini biraz sizler için açmak istiyorum.

Öncelikle Credit Suisse'in "servet" tanımını nasıl yaptığına bakmakta fayda var.

Kavram olarak serveti "hanehalklarının sahip olduğu finansal varlıkların ve gayrimenkullerin değerlerinin toplamından borçları çıkardıktan sonra geriye kalan" olarak tanımlamaktadır. Kapsam olarak ise araştırmada 200 ülkeden 4.8 milyar yetişkin seçilmiş, görece düşük miktarda servete sahip olduğu için çocuklar kapsam dışı bırakılmıştır.

Yani sahip olduğunuz döviz miktarı, altın miktarı, TL miktarı, bonolar, tahviller, hisse senetleri, otomobil, uçak vb. taşınabilir olan (finansal) varlıklarınıza konut, arsa, dükkan vb (finansal olmayan/gayrimenkul) varlıklarınız toplanıp borçlarınız çıkarılarak ulaşılıyor.

Rapora göre dört servet dilimi var:

  • < $10.000 | 3.5 milyar (%73.2) | $6.1 trilyon (%2.4)
  • $10.000 < $100.000 | 897 milyon (%18.5) | $29.1 trilyon (%11.4)
  • $100.000 < $1.000.000 | 365 milyon (%7.5) | $103.9 trilyon (%40.6)
  • > $1.000.000 | 33 milyon (%0.7) | 116.6 trilyon (%45.6)
  • Toplam: 4.8 milyar yetişkin ve $256 trilyon.

İşte bu noktada iktisatçıların üzerinde anlaşamadığı bir takım sonuçların ortaya çıkmış olduğunu görüyoruz. Nedir onlar?

  1. Raporun sonucuna göre Dünya'daki servetin yaklaşık %75'i gayrimenkulden oluşması.
  2. Servetin gayrimenkul ağırlıklı oluşunun raporun anlamlılığına dair yarattığı etki.
  3. Ve Küresel Servet'in gerçekte ne olduğu? Ölçülebilir bir şey mi?
Ölçülenin sınırları vardır. Ve o sınırlar bazen fazla kısıtlayıcı olabilir. Cambridge İngilizce Sözlüğü'nde servetin iki anlamı var: "para" (money) ve "büyük miktar" (large amount).

Burada hassas nokta, ikinci anlamı açıklamak için kullanılan örnekte tecrübenin önemine değinmesidir.

Bu raporda ise, hanede yaşayanların yaş aralıkları, hanedeki çocuk sayısı, eğitim durumları, çalışma durumları gibi verilere değinilmiştir. Ancak hanehalklarının nasıl işlerde çalıştıkları ya da servet edinim yolları ile ilgili eksiklikler olduğunu söyleyebiliriz. Öte yandan 'Credit Suisse'in kendi tanımladığı servet' ile hesapladıkları sonuçlar tutarlıdır, diyebiliriz. Fakat benim burada değinmek istediğim servetin kavramsal tanımının bu kadar sığ olmaması gerektiğinin yanında varolanın daha detaylı analizinin gerekliliğidir. O nedenle veri edinimi olsun, kullanılan göstergeler olsun Dünya servetini hesaplamaktan ziyade küresel anlamda kafamızda bir çerçeve çizmiş oldukları somuttur.

Ama küresel serveti tescillemek kesinlikle değildir.

--

Son olarak rapordaki Türkiye ile ilgili verilere bakalım.
  • bölge olarak Avrupa yerine Asya-Pasifik,
  • gelir seviyesi olarak ise orta gelir seviyesi altındaki ülkelerden biri olarak kabul edilmiş
  • toplam serveti $1.1 trilyon, dünya servetinden payı ise %0.4
  • yetişkin başına düşen servet 2000 yılında $12.342
  • yetişkin başına düşen servet 2016 yılında $19.685
  • 2000 yılında nüfusu 66.4 milyon, 2016 yılında 80.3 milyon
  • 2000 yılında yetişkin 39.2 milyon, 2016 yılında 54.0 milyon
  • yetişkin oranı 2000'de %59.0, 2016'da ise %67.2
  • toplam servet 2000 yılında $484 milyar, 2016 yılında $1.063 milyar ($1.1 trilyon)
  • 2000'de yetişkin başına düşen finansal servet $3.993, gayrimenkul $8.814, borç $469
  • 2016'da yetişkin başına düşen finansal servet $10.087, gayrimenkul $15.687, borç $6.089
  • 2015-2016 arası toplam hanehalkı serveti $62 milyar azalmış yani -%5.5; yetişkin başına düşen servet -%7.1 azalmış; konut fiyat endeksi %18.4 artmış; piyasa değeri -%12.2 değer kaybetmiş;  dolar/tl kuru %6.8 artmış
  • 2016 yılında $100.000 üzerinde serveti olan yetişkin sayısı 1.1 milyon; $1.000.000 üzerinde serveti olan yetişkin sayısı 77 bin ($1-5 milyon arası serveti olan yetişkin sayısı 65.005, $5-10 milyon arası 6.775, $10-50 milyon arası 4.612, $50-100 milyon arası 485, $100-500 milyon arası 338, $500 milyon-$1 milyar arası 35, $1 milyardan fazla 29)
  • en düşük servet dilimindeki (en alt %20) yetişkin sayısı 8.3 milyon servetten payı %15.4; aşağı %50'nin ise servetten payı %36.4

05 Eylül 2017

"Yunanistan'da Tatil" Trendi Gerçek mi Efsane mi?

Son zamanlarda Yunan Adaları'nda tatil yapmak popüler oldu. Bu konuda çok sayıda yazı da yazıldı. Ben de bu algı ne kadar doğru, gerçekten böyle bir Yunanistan'a giden sayımızda bir artış var mı sizler için araştırmak üzere gerçeğin peşine düştüm.

Yunanistan'a seyahat edenlerin sayısındaki değişimin bu analizde şüphesiz önemli olduğu ortada olmakla beraber bunun yanında Yunanistan'dan Türkiye'ye gelen turist sayısındaki değişimin de önemli olduğunu bir gerçek. Bunun ötesinde ortak deneyimleri paylaşan bu gezgin kesiminin iki ülkenin kültürel etkileşimin önemli birer bağlantı noktası olduğu cabası. Farkındalar mı emin değilim ama yaşadıkları tecrübeleri kendi çevreleriyle paylaşmaları başlı başına bu seyahat kanalının sürdürülebilirliği için fevkalade önemlidir.

Özellikle birkaç senedir dillendirilen her tatil fırsatında özellikle bahar ve yaz aylarında Yunan Adaları'na gitmek bir efsane mi yoksa gerçek mi bakalım derken olabildiğince eski verilere ulaşarak birkaç yıldan daha fazla geriye gitme fırsatı yakaladım. Şansım yaver gidince 2003 yılından 2016 yılı TÜİK resmi verilerinden hem Türkiye'den Yunanistan'a gidenlerin miktarına hem de Yunanistan'dan Türkiye'ye gelenlerin miktarına ulaştım.

Yandaki grafikten de görüldüğü gibi 2012 yılı sonrasında popülaritesi yükselen Yunanistan'ın 2015 yılı itibariyle Türkiye için bir çekim merkezi haline geldiğini görebiliyoruz. Bu veriler ışığında toplumda kendine yer edinmiş olan Yunanistan'a seyahat etme algısının efsane değil, gerçek olduğunu tespit etmiş bulunuyoruz. 2017 verilerine ulaştığımda bu analizimizi güncelleyeceğim.

Merak edenleriniz veya daha fazla veriye gözatmak isteyenleriniz için dörtlü bir grafik daha hazırladım. Orada turist miktarlarını görebilir ve yıldan yıla değişimleri karşılaştırma imkanı bulabilirsiniz.



Sizlerin de gördüğü gibi 2003 yılında 170.019 kişi Yunanistan'a giderken bu rakam nasıl oldu da 2015 yılında 898.919 kişi ile tavan rakamına ulaştı. Yunanistan açısından bunun bir başarı olduğu ortadayken Yunanistan'dan gelenlerin sayısında yarı yarıya bir kuvvette de olsa artış olduğunu söylemeliyiz. Ayrıca vize serbestisinin bizim açımızdan olmadığı bir ortamda böyle bir tabloyla karşılaşmamız üzerinde daha derin araştırmalar yapılmayı hakediyor. Bildiğiniz gibi AB üye ülkelerinden Türkiye'ye 90 gün boyunca vize uygulaması bulunmuyor. Ancak Türkiye'ye vize uygulaması var ve vize ücreti, tonla kişisel belge ve zahmetin sonucunda vize almanız garanti değil. Bu eşitsizliğin ortadan kalkması sonrası veriler ne yönde gelişir, gerçekten merak ediyorum.

Bir de Schengen Alanına dahil tüm AB ülkelerinde (Yunanistan dahil) Türk Vatandaşlarına uygulanan vize ücreti €60 iken AB Anlaşmasına dahil olan ülkeler: Arnavutluk, Bosna-Hersek, Rusya, Makedonya, Sırbistan, Gürcistan, Ukrayna, Karadağ, Azerbaycan, Ermenistan, Kosova ve Moldova vatandaşlarına €35 olduğunu bilmenizi ve bu konuda ilerleme kaydedilmesi için yapılması gerekenlerin yapılmasını umarım.

Vize ücretine detaylı bakmak isteyenler için: Tıklayın

NOT: Neden kırmızı çünkü Türkiye'de harcama yapıp turizm geliri sağladıkları için; neden mavi çünkü Yunanistan'da harcama yapıp turizm gelirini götürdükleri için.

01 Eylül 2017

Tatil Jimnastiği: 3 Hisse, 1 Ekonomik Kriz, 1 Trump

Gözden kaçan pek çok şey oluyor. Aynı anda birden çok yerde olmanın zorlayıcılığından. Değilken ise (tatildeyken) ben sizlere sıra dışı bilgiler paylaşayayım. Kafanız dağılır biraz daha...

2008 krizi kabusu geçmiş gibi görünse de geçmediğini içten içe birçoğumuz biliyoruz. Dünya çapındaki etkilerinden gözüme çarpan ilginç bir tanesinden sizlere bahsedeceğim bu yazımda.

Gelelim bugün itibariyle 38.7 milyar dolar piyasa değerine ulaşan İsveçli otomobil devine: VOLVO.

2000'de hisse fiyatı SEK 38,3 olan Volvo'nun 2007 Mayıs tarihinde SEK 145,0 fiyatla tarihi rekorunu kırdıktan birkaç ay içerisinde 2008 Ocak ayında önce SEK 85,0 sonra ise SEK 33,6 ile dibe vurduğu 2009 Ocak ayı önemliydi. Kronolojiden gördüğünüz gibi önce 6 ayda -%40 değer kaybediyor, sonra ise 12 ayda -%60 değer kaybederek neredeyse 18 ayda (1,5 yılda) -%76,8 değer kaybetmiştir.

Kriz sonrası zaman içinde SEK111'e kadar toparlasa da TRUMP'ın sahneye çıkışıyla tekrar alevlendi.

Volvo & Trump;

  • Adaylığını açıkladığı andan seçilene kadar: -%5,98
  • Seçilip başkanlığı devralana kadar: %16,07
  • Başkanlığı aldıktan ve vaatlerini yerine getiremedikten sonra: %28,19

Bugün itibariyle bu yazıyı yazarken VOLVO hisseleri SEK 143,96'dan işlem görüyor.

Peki bütün bunlar ne demek? Belirli bir disiplin içerisinde (ayda bir, 3 ayda bir, 6 ayda bir, yılda bir,... vb.) tasarruflarının bir kısmını Volvo hissesi alarak değerlendiren bir bireysel yatırımcı için mutlu bir gün iken tek seferli alıp satmak için bekleyenler için 2000'de alan biri için 2007 yılı seviyelerine bile henüz ulaşamadı (temettüleri ile belki o seviyeleri az da olsa geçmiş olduklarını varsayabiliriz).

2007 Mayıs'ta satıp 2009 Ocak'ta toplayanlar ise zirvenin sahibi olanlar.

$1 = SEK8,8663 (2000 Ocak)
1 lot Volvo = $4,32 (2000 Ocak)
--
$1 = SEK 6,9169 (2007 Mayıs)
1 lot Volvo = $20,96 (2007 Mayıs)
--
$1 = SEK6,3667 (2008 Ocak)
1 lot Volvo = $13,35 (2008 Ocak)
--
$1 = SEK8,3730 (2009 Ocak)
1 lot Volvo = $4,01 (2009 Ocak)
--
$1 = SEK7,9796 (2017 Eylül)
1 lot Volvo = $18,04 (2017 Eylül)

Çok belirgin tarihlerde bakmış olsak da Volvo hissesi ile doların ters orantılı olduğu söylenebilir.

++

Aynı ilişkiye benzer başka bir marka açısından bakalım.

Fransa'nın 26 milyar dolara yaklaşan piyasa değerine sahip önemli otomobil markası: RENAULT.

2000'de hisse fiyatı €53,90 olan Renault'nun 2007 Haziran tarihinde €119,21 ile tarihi rekorunu kırdıktan kısa bir süre sonra 2008 Ocak ayında önce €75,79 sonra ise €11,53 ile dibe vurduğu 2009 Şubat ayı önemliydi. İlk 5 ayda -%36.4, sonraki 13 aylık süreçte -%84.8 değer kaybederek neredeyse 18 ayda (1,5 yılda) -%90.32 değer kaybetmiştir.

Renault & Trump;

  • Adaylığını açıkladığı andan seçilene kadar: -%19,39
  • Seçilip başkanlığı devralana kadar: %14,02
  • Başkanlığı aldıktan ve vaatlerini yerine getiremedikten sonra: -%13,30

Kriz sonrası zaman içinde 2008 Ocak seviyesini birkaç defa aşsa da kalıcı olamamış ve bugün itibariyle €74.65 ile hemen altında seyretmektedir.

$1 = €1,0313 (2000 Ocak)
1 lot Renault = $52,26 (2000 Ocak)
--
$1 = €0,7385 (2007 Haziran)
1 lot Renault = $161,42 (2007 Haziran)
--
$1 = €0,6728 (2008 Ocak)
1 lot Renault = $112,64 (2008 Ocak)
--
$1 = €0,7892 (2009 Şubat)
1 lot Renault = $14,60 (2009 Şubat)
--
$1 = €0,8392 (2017 Eylül)
1 lot Renault = $88,95 (2017 Eylül)

++

Türkiye'nin 5 milyar dolara yaklaşan piyasa değerine sahip otomobil üreticisi: FORD OTOSAN.

2000'de hisse fiyatı ₺0,85 olan Ford Otosan'ın 2007 Ekim tarihinde ₺6,35 ile o zamana kadarki rekorunu kırdıktan sonra 2008 Mart ayında önce ₺4,82 sonra ise ₺2,26 ile dibe vurduğu 2009 Şubat ayı önemliydi. İlk 5 ayda -%24.1, sonraki 11 aylık süreçte -%53.11 değer kaybederek neredeyse 16 ayda -%64,4 değer kaybetmiştir.

Ford Otosan & Trump;

  • Adaylığını açıkladığı andan seçilene kadar: -%4,69 ($11.16-->$9,06; -%18,81)
  • Seçilip başkanlığı devralana kadar: %9,28 ($9,06-->$8,44; -%6,84)
  • Başkanlığı aldıktan ve vaatlerini yerine getiremedikten sonra: %49,54 ($8,44-->$13,80; %63,5)

Kriz sonrası zaman içinde rekor üstüne rekor kırarak ve son kapanış fiyatı ₺47,54 olmuştur.

$1 = ₺0,5597 (2000 Ocak)
1 lot Froto = $1,51 (2000 Ocak)
--
$1 = ₺1,1649 (2007 Ekim)
1 lot Froto = $5,45 (2007 Ekim)
--
$1 = ₺1,3347 (2008 Mart)
1 lot Froto = $3,61 (2008 Mart)
--
$1 = ₺1,7001 (2009 Şubat)
1 lot Froto = $1,33 (2009 Şubat)
--
$1 = ₺3,4426 (2017 Eylül)
1 lot Froto = $13,81 (2017 Eylül)

2008 krizinin ve Trump etkilerinin Volvo, Renault ve Ford Otosan şirketlerinin hisseleri üzerindeki etkileri gözlemlemeye çalıştık ve sonuç olarak 2008 krizinden sırasıyla -%76.8, -%90,32 ve -%64.4 değer kayıplarına ulaşan hisselerin hisse sahiplerine muazzam miktarda zarara uğratmış olduğu gördük. Bu hisselerden düzenli bir biçimde alan yatırımcılar zararı daha az yaşayıp daha çabuk krizden çıkmış olsa da tek seferli yatırım yapanlar ve buraya yatırdıkları miktara kısa vadede ihtiyacı olanlar büyük bir şok yaşamış olmalılar.

Ayrıca kriz öncesi dolar bazındaki rekor seviyeyi aşabilen yalnızca Ford Otosan olmuştur. Volvo ve Renault kriz öncesi seviyelere yakın olsa da geçebilmiş değildir ve Froto gibi %153,39 değerlenmemiştir.

Trump etkisi ise seçilene kadar üç hissede de ciddi kayıplara neden olurken seçimi kazandıktan sonra (özellikle başkanlığı devraldıktan sonra) gelişmekte olan ülke hisselerinde neden olduğu kayıpları aşan kazançlara neden olmuş (Froto dolar bazında %63,50) iken gelişmiş ülke hisselerinde henüz adaylığını açıkladığı seviyelere bile erişilememiştir.

Bakalım ilerleyen süreçte nasıl değişimler göreceğiz.