30 Ağustos 2018

Parisli ile İstanbullu Arasındaki Satın Alım Gücü Farkı

Akaryakıt konusunda en son 9 Nisan'da yazdığımı farkettim, gelin bir güncelleme yapalım. Tabi eğer "ben hep 50 liralık benzin alıyorum, zam bana etki etmiyor" diyorsanız, sizinle burada vedalaşalım. Ne de olsa artık o paraya 7.22 litre benzin alınabiliyor.

Bu karşılaştırmayı daha önce iki kez yaptım. İlkini 30 Ekim 2017 tarihinde yazmıştım; ikincisi ise 9 Nisan'daydı. Döviz kurlarındaki sert yükseliş sonrası düzenli olarak benzine ve motorine gelen zamlar sonrası İstanbul ile Paris arasındaki akaryakıt alım gücünü gelin karşılaştıralım yine...

Bir kez daha belirtmek isterim, önceki yazıları okumadan bu yazıyı okuyanlar için... Bu karşılaştırmayı olabildiğince basit ve doğru yapabilmek için -genelde düşülen hataya düşmeyerek- Paris'teki akaryakıt fiyatlarını TL'ye çevirmeyeceğiz.

Aradan geçen neredeyse 5 aylık sürede nasıl bir değişim olduğunu incelemeye başlayalım.

27 Ağustos 2018

Demokrasiler işte böyle ölür

Askeri darbeler ve sair güç kullanarak iktidarlar eskisi kadar çok değişmiyor. Demokrasiler ölmeye devam ediyor fakat bu seçilmiş hükümetler eliyle oluyor.

Soğuk savaştan sonra bunun birçok örneği var: Venezuela, Gürcistan, Macaristan, Nikaragua, Peru, Filipinler, Polonya, Rusya, Sri Lanka, Türkiye ve Ukrayna.

Bugün demokrasilerde geriye gidiş oy sandığında başlıyor. Klasik bir darbede, örneğin Pinoche Şili’sinde, demokrasinin ölümü ani ve ayan beyan oluyor. Cumhurbaşkanı öldürülüyor, hapsediliyor veya sürgüne gönderiliyor. Anayasa askıya alınıyor.

Seçimli yolda anayasal kurumlar ve demokratik kurumlar kalıyor. Yurttaşlar oy veriyor. Seçilmişler demokrasinin içini yavaş yavaş boşaltıyor.

Hükümetlerin demokrasiyi ihmal etme çabaları kanunlara uyduruluyor veya mahkemelerce kabul ediliyor.

Gazeteler yayınlanmaya devam ediyor fakat ya yandaş oluyor ya da sansüre tabi oluyor. Yurttaşlar hükümeti eleştirebiliyor ama vergi veya kanuni problemler yaşayabiliyor. Halk ne olduğunu algılayamıyor. Bir çoğu demokratik yaşamın devam ettiğini sanıyor.

Çünkü rejimin çizgiyi tam olarak geçtiği -darbe, anayasanın askıya alınması gibi- tek bir olay yok. Rejimin baskısından şikayet edenler göz ardı ediliyor, bir çokları demokrasinin aşındığını gözleriyle göremiyor.

21 Ağustos 2018

Arabalara Kimin İhtiyacı Var?

Bu sefer yazımın başlığını bizzat sizinle bu yazımda paylaşacağım raporun adından alıyor.

Rapor, İstanbul'daki trafik sorununu çözmek için işbirliği teklif ediyor. Daha önce Hollanda'ya gidenleriniz Hollanda'nın ulaşımda ne kadar ileri bir noktada olduğunu bilirler. Burada "ulaşımda ileri" olmadan kastım otomobiller için daha çok yol, daha çok otopark yeri, daha geniş çok şeritli yollar, battı çıktılar vs. kesinlikle değil; aksine ulaşımın motorlu araçlar yerine "bisikletli ve yaya" merkezli tasarlanmasından bahsediyorum. Bunlar için de bölgesel olması -dış etkenler ile sürekli aşındırılabileceğinden- yeterli olmayacaktır.

Hele ki İstanbul gibi 15 milyon -Hollanda'nın nüfusu kadar- insanın yaşadığı bir şehirde...

Amsterdam gibi 850 bin nüfuslu bir şehirde en az bir o kadar da bisikletin olmasını sağlamak büyük bir mücadelenin sonucudur. Bu gibi başarılı bir dönüşüm hikayesini ve o serüven boyunca başlarından geçen olayları veya tecrübeleri aktaramadıktan sonra tam anlamıyla huzur bulamayacaklarını düşünüyorum. Yani know-how paylaşımı ve ortak projeler ile bu 'akımı' yaymak...

Bu noktada İstanbul'u insanlar için olmak yerine otomobiller için tasarlanmış bir şehir olarak görmek yanlış olmaz. Üstelik rapora göre, ulaşımı motorlu taşıtlar ile sağlayanlar (%50.72) ile yaya olarak sağlayanlar (%49.28) neredeyse birbirine eşit oranda. Avrupa'nın en büyük şehrinin böylesi bir hayat sunması çok yazık.

13 Ağustos 2018

Üç Farklı Dönem: Refah, Yüksek Tansiyon ve İmparatorluk

2002-2018 arası AKP hükümetlerini üç dönemde incelemek oldukça uygun olabilir. Bu dönemlendirmeye göre 2002-2008 arası refah dönemi, 2008-2014 arası yüksek tansiyon dönemi; 2017 yılındaki rejimi değiştiren Anayasa referandumu ve 24 Haziran seçimleri ile birlikte I. Erdoğan dönemine resmen geçildi. Bu tarz yakın tarih okumaları özellikle subjektif olması yönüyle eleştirilebilir. Ancak bu yazıdaki konumuz; bu dönemlendirmeleri yapmanın ötesinde dönemler arası geçişlerin nedenlerinin derinlemesine incelenmemesi ile beraber dönüşümün yoktan var olduğu yaklaşımını yanlışlamak olacaktır.

Ne oldu da yüksek ekonomik büyüme, düşük kur, düşük enflasyon, AB'ye üyelik ideali ile refah ortamı sunan AKP, tüm gücünü kendi ideallerini yansıtacak sistemi inşaa etmeye adadı. Akabinde de bu hedefine öyle veya böyle ulaştı.

Bu yazıda, doğal olarak, tartışmaya nihai bir nokta koyma iddiası yok.

08 Ağustos 2018

Sabit Getirinin Kryptonite'ı: Enflasyon!

Epeydir faiz oranlarının ekonomiye olan etkisi ile ilgili tartışmaları ve fikirleri okumaktan siz de benim gibi sıkılmış olabilirsiniz. Öte yandan ne zamandır bu konudaki fikrimi de yazmak istiyordum. Bu sayede umarım bir nebze bakış açımı aktarabilme fırsatı yakalamış olurum.

İlk olarak, bir sürü faiz oranı var: kredi faizi, mevduat faizi, bono/tahvil faizi, vb.

O yüzden genel olarak "faizler düşmeli" dendiğinde TCMB'nin bankaları fonlama faizi olarak da ifade edebileceğimiz "bir haftalık repo" faizi (%17.75) önemli çünkü Türkiye'de bankalar ağırlıklı olarak merkez bankasından %17.75 ile aldığı borcu götürüp piyasada daha yüksek faiz oranından başkalarına borç vererek para kazanıyor. Bu noktada da faizlerin düşebilmesi için önce piyasadaki büyük oyun kuruculardan hazinenin para ihtiyacının azalmasıyla DİBS (devlet iç borçlanma senedi/devlet tahvili) faizi düşüşe geçebileceği ortam oluşturulmalı. Çünkü zaten hali hazırda bankalar %17.75 faizle TCMB'den aldığı borcu götürüp 2 yıllık devlet tahviline %22.42'den yatırıp aradaki marj kadar para kazanabilirken kredi faizlerini bu marjın altına çekmeyecektir. Hazine bu ihtiyacını nasıl azaltır? Sıkı maliye politikası araçlarından "kamu harcamalarını azaltma" seçeneği ile (diğer seçenek "vergileri artırma" enflasyonu artıracağı için yanlış olur).