Yaklaşık üç saat önce başlayıp bir saat süren Birleşik Krallık Başbakanı Theresa May'in soru önergelerini cevaplaması son derece sıcak bir atmosferde geçti. Özellikle son açıklanan işsizlik ve istihdam rakamları dikkate alındığında May'in elinin güçlü olduğu kolaylıkla söylenebilirdi. Bir açıdan sadece lider bazında değil 1997-2010 dönemi İşçi Partisi iktidarının, 2008 krizinin bir sonucu olarak, iktidarı Muhafazakar Parti'ye devretmesi sonucunda halk tarafından müthiş kredisi olan bir partinin lideri olabilirdi. Nitekim bu krediyi David Cameron fazlasıyla tüketmişti. Brexit sonrası yapılan, halk nezdinde bir güvenoyu niteliği de taşıyan ve May'in isteğiyle erken seçim kararı alınarak yapılan Haziran 2017 seçimlerinde ise tek başına iktidarı kaybeden May inatçı yapısını koruyarak bir şekilde iktidarı elinde tutmayı başarmıştı.
Bugüne gelelim. Avam Kamarası'nda gerçekleşen oturumda, İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn tarafından sorulan sorulara cevap verirken bulduk May'i. Eleştiride birbirlerine kullandıkları dilin olabildiğince seviyeli olmasının dışında konu başlıklarının ve göstergelerin siyaseten benzerliği dikkatimi çekti. Aslında Corbyn'in eleştirilerine baktığımızda Birleşik Krallık'ta yolunda gitmeyen şeylerin neler olduğuna dair bir fikir edinme imkanı da bulmuş oluyoruz. Sorulan sorular ve verilen cevaplarla ise ideolojik olarak konulara bakışlarını partilerin öğrenme fırsatı yakalıyoruz.
Corbyn'in eleştirilerinde kullandığı argümanlar ekonomi merkezli diyebiliriz. Ülkenin ekonomik yavaşlamanın ortasında olduğunu destekleyecek birtakım göstergelere atıfta bulunmasının yanısıra (büyüme yavaşlaması, üretimin kötüleşmesi, reel ücretlerin düşmesi, tüketici borçlarının %10 artması, hemşire olmak isteyen sayısındaki düşüş vb.) yoksulluk seviyesinin altında yaşayan 5 milyon çocuk olduğu söylemesi son derece çarpıcıydı. İş güvencesizliğinin artmasını ve yoksulluğa bolca değindi denebilir. Ek olarak BK'de üniversiteler paralı olduğu için öğrenci kredisi kullanan öğrenciler mezun olduklarında ortalama £57.000 borçlu oluyorlarmış ve bu göstergede Dünya'da ilk sırada olduğunu söyledikten sonra May'e bu borçlarla ilgili ve üniversite ücretleri ilgili ne yapacağını sorduğunda aldığı cevap: "Sen söz vermiştin, tutamadın sözünü" oldu.
May ise İşçi Partisini ülkeyi yüksek borçluluk ve yüksek vergilerle karşı karşıya bırakan, iş olanakları yaratamamakla suçladı. Arada bolca yatırımların artmasından, vergi kesintilerinden ve istihdamın artmasından söz ederken arada İskoç milletvekillerinden gelen 2007'den beri reel ücretlerin -%2.6 düştüğünü ve neden artmadığı sorusuna ise İskoç hükümetine sorun onlar bağımsız olmak istiyordu diyerek tersleyip akabinde İskoçya, Birleşik Krallık ile daha iyi durumda demesi klasik sorudan kaçan bir siyasetçi örneğiydi.
İki tane gerçeklik var elimizde:
- İstihdam artışı, her zaman refahı da artırmaz.
- Geniş halk kesimlerini kapsayan vergi affı (kesintisi) her zaman ekonominin iyi olduğuna dair bir sinyal değildir.
Bugün açıklanan son verilerle işsizlik oranının %4.3'e düşerek 1975'ten beridir en düşük seviyesine ulaşması kuşkusuz önemli bir gelişmedir, bununla beraber reel ücretlerde bir artış da gördüğümüz takdirde. Çünkü insanların daha iyi şartlarda yaşaması için alım güçlerinin düşmemesi refah için öncelikli bir beklentidir. İşsizlik oranının yüksek olmasındansa yeğlenebilir bir durum olmakla beraber gelişmiş ülkelerin bu tip durumlarda bir yenilik yaparak bu zirve noktasını aşması beklenir. Önceki zamanlarda olduğu gibi bir yol bulunur.
Bir hükümet kaşına gözüne bakarak vergi affı yapmaz. Ya toplayamıyordur ve bunu bir politik kazanca dönüştürme amacı taşır ya da ekonomi iyi gitmiyordur ve vergi mükelleflerine geçici bir nefes alma fırsatı verir.
--
Büyük Britanya'dan aktaracaklarım şimdilik bu kadar... Kendinize iyi bakın.