Sizlere bugünkü yazımda 1950 yılında TBMM'de geçen bir olayı aktaracağım.
Tutanaklara geçen aşağıdaki cümleler ve çok partili ikinci seçimler olan 1950 genel seçimlerinde yüzde 55 oy oranıyla meclisin yüzde 85'ini elde eden Demokrat Parti'nin ilk başbakanı Adnan Menderes ile yüzde 39,6 oy oranıyla meclisin yüzde 14,2'sini oluşturan Cumhuriyet Halk Partisi'nin 1947-1949 arası Başbakan yardımcılığı da yapmış olan Trabzon Milletvekili Faik Ahmed Barutçu arasında gerçekleşmiştir.
“Bir memlekette hükümetlerin en değersizi bile uzun müddet iş başında kaldıktan sonra, şurada ve burada vücuda getirdiği bâzı eserleri göstererek övünebilir. Fakat her hangi bir Hükümetin vazifesinde muvaffakiyet derecesinin hakiki ölçüsü ancak başardığı işlerle elinde mevcut imkânların karşılaştırılması neticesinde taayyün eder.”
-Adnan Menderes, TBMM’de Başbakan olarak ilk hükümet programı konuşmasından, 29 Mayıs 1950
“Bu sözlerle 1920’den 1950'ye kadar sürmüş olan bütün bir devrin kötülenmek istendiği aşikârdır. Cumhuriyetin bu memleketi nasıl perişan bir halde devraldığı Atatürk'ün büyük nutuklarında açık şekilde tasvir edilmiş bulun maktadır. Memleketin yabancı istilâsından kurtulması, inkılâbların yapılması, ekonomik, sosyal, kültürel bakımlardan Türkiye'nin yeniden doğuşu veya uyanışı devri diye haklı olarak dünyada nam almış bir millî kalkınma ve yükselme devrinin bu derecede insafsız bir tasvir ile yâdedilmesi esef verici bir olaydır. Hele bu kötülemenin iktidara yeni gelmiş ve henüz hiçbir icraat göstermemiş bir partinin hükümetinden gelmesi ayrıca elem vericidir. «Hükümetlerin en beceriksizi» isnadı altına alınan o hükümetlerde bugünkü iktidarın yüksek şeref vazifelerine getirdiği sayın zevattan bâzılarının da baş mesuliyet mevkilerinde yer almış bulunduğu hatırlanırsa, ithamdaki garabet büsbütün acıklı bir hal alır.”
-Faik Ahmed Barutçu, CHP Trabzon Milletvekili’nin DP’nin hükümet programına cevabından, 31 Mayıs 1950
**
Sizin de gördüğünüz gibi "yeni" iktidar, siyaset şekli olarak ilk olarak kendini ispat etmekten ziyade beklentiyi düşük tutmak için "kuruluş dönemini istisnasız bir biçimde kötülemeyi" tercih etmiş ve bu doğrultuda ilk adımı Başbakanlık görevini üstlenen, 1931-1945 arası CHP Aydın Milletvekili olarak görev yapan, Adnan Menderes atmıştır.
O zamanlardan bugüne iyileşme olmasını bırakın daha da sertleşmiş bir söylemin sürmesi aslında bizlere kalan siyasi mirasın kalitesini de gösteriyor. Hala daha önümüze bakma lüksünü kazanabilmiş değiliz. En nihayetinde ilk başından beri varolan ve bir türlü çözemediğimiz temsilde adalet problemi hala daha sürüyor. Buna ek olarak ödediğimiz vergilerin nereye ne şekilde harcandığını şeffaf bir biçimde öğrenemediğimiz gibi nerelere harcanması gerektiğine de karar veremiyoruz. Bu nedenle de hayata bakışı "ölüm-kalım" ve "ya hep ya da hiç" gibi hep almak ve hiç vermemek olanların gücü elinde tutmasından ötürü bir türlü o tuvale erişip de alternatifin çizeceği resimlere bakamıyoruz.
**
Belki bir gün bakabiliriz, kim bilir...