2002-2018 arası AKP hükümetlerini üç dönemde incelemek oldukça uygun olabilir. Bu dönemlendirmeye göre 2002-2008 arası refah dönemi, 2008-2014 arası yüksek tansiyon dönemi; 2017 yılındaki rejimi değiştiren Anayasa referandumu ve 24 Haziran seçimleri ile birlikte I. Erdoğan dönemine resmen geçildi. Bu tarz yakın tarih okumaları özellikle subjektif olması yönüyle eleştirilebilir. Ancak bu yazıdaki konumuz; bu dönemlendirmeleri yapmanın ötesinde dönemler arası geçişlerin nedenlerinin derinlemesine incelenmemesi ile beraber dönüşümün yoktan var olduğu yaklaşımını yanlışlamak olacaktır.
Ne oldu da yüksek ekonomik büyüme, düşük kur, düşük enflasyon, AB'ye üyelik ideali ile refah ortamı sunan AKP, tüm gücünü kendi ideallerini yansıtacak sistemi inşaa etmeye adadı. Akabinde de bu hedefine öyle veya böyle ulaştı.
Bu yazıda, doğal olarak, tartışmaya nihai bir nokta koyma iddiası yok.
İlk Dönem: Refah
2002-2008 arasındaki ilk AKP hükümeti, yukarıda belirttiğim dönemlendirmeye göre, ekonomik büyümenin arttığı, döviz kurunun düştüğü, enflasyonun kontrol altına alındığı bir dönem olmasının yanında aynı zamanda sert bir neoliberal ekonomik programın uygulandığı, emek piyasalarının esnekleştirildiği, sendikalaşma oranının azaldığı, yüksek işsizliğin kalıcı hale geldiği, özelleştirmelerin hayat geçmeye başladığı bir program uygulamada idi.
Ekonomi politikalarının kural temelli olarak yürütülmesi ve siyasetten olabildiğince arındırılmış olması da önemlidir. Bağımsız düzenleyici kurumlar, merkez bankası bağımsızlığı, ekonomi yönetimin teknokratik bir yapıya sahip olması gibi özellikleri benimseyerek ekonomiyi piyasaya bırakırken kendi siyasal gücünü de artırmayı başarmıştır.
Bir diğeri de Avrupa Birliği ile üyelik doğrultusunda ileriye doğru adımlar atılabilmesidir.
Özetle, AKP’nin ilk dönemi, emek yerine sermaye yanlısı bir piyasayı teknokratlardan kurulu mekanizmalarla yöneten bir dönemdir.
Ekonomik büyüme sona erdiği 2008 küresel ekonomik krizi ile beraber neoliberal politikaların sonuçsuz kalmasıyla yeni bir döneme geçme vakti gelmişti. Böylece oluşturulan teknokratik yapı da benzer ekonomilere paralel olarak popülaritesini kaybetmeye başladı.
İkinci Dönem: Yüksek Tansiyon
2010 'yetmez ama evet' referandumu, 2011 Genel Seçimleri, 2013 Gezi direnişi, AKP ile Gülencilerin yaşadığı iktidar mücadelesinin su yüzüne çıkması gibi farklı bakış açılarına sahip bu ve benzeri birçok olayın sonunda anti-demokratik uygulamaların artış trendine girmiş olduğudur. Bu dönemin özellikle strateji değişikliği açısından ilk dönemin kazanımlarının yok edildiği bir dönem olduğunu söyleyebiliriz. Artık siyaset -aynı 2002 öncesi gibi- ekonomiden arındırılmamış bir şekilde ilerleyecekti.
Bu dönemde;
- IMF anlaşması sonlanmış.
- Avrupa Birliği ile ilişkiler zayıflamış.
- Ekonomik büyüme, devleti ele geçirmek için girişilen mücadelede bir koz olmuş.
- Kural temelli teknokratik yapının getirdiği sınırlamalar ortadan kalkmış.
- Siyaset ve ekonomi yönetiminin birbirinden ayrılması sonlanmış.
Üçüncü Dönem: İmparatorluk
16 Nisan Anayasa referandumu ile rejimin -yani yönetim biçiminin- değişmesiyle birlikte yeni rejimin ilk seçiminde Cumhurbaşkanı seçilen Erdoğan böylece tüm gücü kendi elinde topladığı yeni bir dönemi başlatmıştır.
Özetle, üç dönemden oluşan bir aydınlıktan karanlığa doğru evrilme hikâyesi, aslında Türkiye’ye özgü değil.
2008 öncesi ekonominin iyi olmasına siyaseten ihtiyacı olan tahammüllü iktidarlar, küresel kriz sonrası yaşanan ekonomideki kötüleşmeyle tahammülü bırakıp 'iyi ekonomi' yerine 'milliyetçilikle bezenmiş popülizm' koyarak iktidarlarına devam etmeyi seçmişlerdir.
Yemek tarifi gibi bir yönetim tarifine dönüşmesi ise son derece vahimdir.
Polonya, bu benzerliğe en yakın örnek... Bizdekinden tek farkı dönemlerin iktidarları farklı siyasi partiler. Bizde ise iktidardaki parti mobil çağa her türlü uyum sağlamış olmasıyla o denli farklılaşacak bir dönüşüm geçirebilmiştir.
Milliyetçilikle bezenmiş bu tür popülizmlerin, neoliberal politikaların neden olduğu toplumsal tepkiler olduğunu artık belki de kabul etmeliyiz.
Bu eğer doğruysa mücadele Sağ'ın değerleri; liberalleşme, özelleştirme, daha fazla piyasa ve demokratik olmayan kural temelli teknokratik yapılar yerine Sol'un değerleri ile yapılabilir.
İşte Sağ siyasetin bu iki versiyonu arasında seçim yapmaya zorlanmak veya zorunda kalmak içinde bulunduğumuz durumu tarif ediyor. Ne de olsa matruşka bebekleri misali birinci dönemin ikinciye zemin hazırladığı gibi ikinci dönem de üçüncüye bir geçiş imkanı sunmuştur, diyebiliriz.