Hollanda, İstanbul’daki trafik sorununu çözmek için işbirliği teklif eden ülkelerden biri. Daha önce Hollanda'ya gidenleriniz Hollanda'nın ulaşımda ne kadar gelişmiş olduğunu biliyorlardır. Gelişmişlikten kastım otomobiller için daha çok yol, daha çok otopark yeri, daha geniş çok şeritli yollar, battı çıktılar vs. kesinlikle değil; aksine ulaşımın motorlu araçlar yerine ‘raylı sistemler, yaya ve bisiklet’ merkezli tasarlanmasından bahsediyorum.
Ulaşımda toplu ulaşım kullanımının payının artması emisyon miktarını azaltmada kontrol avantajının kamunun eline geçmesini sağlayacaktır. Bunun için olmazsa olmaz ise altyapı olarak karşımıza çıkıyor. Karbon-nötr bir kent olmayı hedeflemek iklim krizi ile yüzleşen günümüz İstanbul’u için bir tercih olmaktan ziyade gelecek nesillere yaşanılabilir bir şehir bırakmak için bir zorunluluğa yerini bıraktı.
İstanbul’un bu altyapı dönüşümü gerçekleştirme niyetinde olan bir iradeye sahip olduğunu artık söyleyebiliriz. Bunu da İBB’nin 2020 bütçesinde görmeyi bekleyebiliriz.
Bugünkü haliyle İstanbul'u insanlar için olmak yerine otomobiller için tasarlanmış bir şehir olarak görmek yanlış olmaz. Neden mi? Çünkü kent içi ulaşımını motorlu taşıtlar ile sağlayanlar (%50.72) ile yaya olarak sağlayanlar (%49.28) neredeyse birbirine eşit oranda. Öte yandan yerleşik ulaşım tasarımı da -%84 karayolu, %13 demiryolu, %3 denizyolu- son derece sorunlu...
*
Hollanda'da da hiç kolay olmamış bu dönüşüm eğer kolay olduğunu düşünenleriniz varsa. Kenti otomobillere göre değil şehir sakinlerine göre yeniden tasarlayarak trafik sorununu en aza indirmeyi başarmışlar.
İstanbul’da özellikle son yıllarda -Türkiye’nin diğer kentlerine göre miktar olarak daha çok- “otomobil sahibi olmayı” bir sosyal statü olarak görmeyi bırakan insanların sayısının her geçen gün arttığını söyleyebiliriz. Bunda otomobile erişimin zorlaşmasının (döviz kurlarının yükselmesi ve ÖTV'den ötürü yüksek fiyatlar) ve otomobile sahip olmanın maliyetinin (yıllık bakım, trafik sigortası, kasko, yakıt gideri, vs.) artmasının da pozitif bir katkısı şüphesiz olmuştur. Bu niyetle araç satışlarından ÖTV toplanmıyor olsa da buna neden olması dışsal bir fayda yaratıyor gibi gözüküyor. Yoksa ilk maaşıyla taşıt kredisi çekerek araç satın alma refleksine sahip olmak otomotiv sektörü için güzel olsa da sürdürülebilir olmadığını kur krizi ile onlar da öğrenmek durumunda kaldı.
Türkiye’de kişi başına düşen otomobil sayısının gelişmiş ülkelerden birkaç kat düşük olması (8 kişiye 1 otomobil düşmesinin) bir avantaj olarak değerlendirilebilir. İngiltere ve Fransa gibi 2040 yılında benzinli ve dizel araçların satışını yasaklamak yerine daha erken bu araçların satışını sınırlayabilir ve Hybrid veya %100 elektrikli araçlardaki ÖTV’yi sıfırlayıp KDV’yi %1 gibi sembolik orana düşürerek bu dönüşümü takip etmek yerine öncülük edebiliriz.
Daha fazla yalnızca yaya kullanımına açık alanlar, daha fazla ‘korunaklı’ bisiklet yolu, her mahallede bir metro istasyonu ve elektrikli otobüsler ile kenti daha ulaşılabilir hale getirerek uzun mesafeleri toplu taşımayla yakın mesafeleri bisiklet ve yaya olarak aşan bir İstanbullu sadece hayalde kalmamalı…