İki ana kriter var: Kopenhag Kriterleri ve Maastricht Kriterleri.
- Kopenhag kriterleri, bir ülkenin AB’ye katılmasının koşullarını belirler.
- Maastricht kriterleri, AB’ye üye ülkelerin ekonomik ve parasal birliğe katılabilmesinin koşullarını belirler.
Ekonomik ve parasal birliğe katılmanın sonucunda da üye ülke zaman içinde kendi parasını terk edip Euro’yu para birimi olarak kabul etmesi gerekiyor.
Maastricht Antlaşması, 7 Şubat 1992'de imzalandı ve 1 Ocak 1993’de yürürlüğe girdi. Bu anlaşma ile AB üyesi ülkelerin ekonomik ve parasal birliğe geçişte aralarındaki farklılıkların giderilmesi için bazı koşullar belirlenmiş oldu. Bu koşulları yerine getiren üye ülkelerin aynı para birimini (Euro) kullanabilmesini öngördü.
Bu yazıda Maastricht kriterlerini sıralayalım:
- Toplulukta en düşük enflasyona sahip üç ülkenin yıllık enflasyon oranları ortalamasıyla ilgili üye ülke enflasyon oranı arasındaki fark 1.5 puanı geçmemelidir.
- Üye ülke devlet borçlarının GSYH’sına oranı %60’ı geçmemelidir.
- Üye ülke bütçe açığının GSYH’sına oranı %3’ü geçmemelidir.
- Herhangi bir üye ülkede uygulanan uzun vadeli faiz oranları 12 aylık dönem itibariyle, en düşük enflasyona sahip 3 ülkenin faiz oranını 2 puandan fazla aşmayacaktır.
- Son 2 yıl itibariyle üye ülke parası diğer bir üye ülke parası karşısında devalüe edilmiş olmamalıdır.
Şimdi bu kriterleri ve Türkiye’nin durumunu bir tabloya dökelim (Türkiye, dalgalı kur rejiminde olduğu için 5’inci kriteri sağlıyor):
Maastricht Kriterleri (%) | Türkiye (%) | ||
Enflasyon Oranı |
1,63
|
15,72
|
-
|
Devlet Borcu/GSYH |
60,0
|
31,8
|
+
|
Bütçe Açığı |
-3,0
|
-2,0
|
+
|
Uzun Vadeli Faiz |
2,40
|
24,00
|
-
|
Tabloya göre Türkiye iki kriteri tutturmuş iki kriteri tutturamamış durumda görünüyor. Beşinci kriteri de sağlamış olduğunu göz önünde bulundurursak, sonuç şu: 3/5.
2001 krizi sonrasında uygulanan programla bütçe açığı ve kamu borçları sorununu özel sektörü büyüterek çözmüş olan Türkiye, enflasyon ve faiz kriterini ise çözememiş ve içerisinden geçtiğimiz ekonomik krizle beraber daha da kötüleştirmiştir.
Bütün dünyada, bu dönemde, kamu borçlarının yükselmesine karşılık Türkiye’nin bu alanda sağladığı başarıda özel sektörün payı çok önemlidir. Buna karşılık bütün dünyada enflasyonun sıfırlar düzeyine indiği ve TCMB'nin %5 hedef enflasyona sahip olduğu bir ortamda hala tek haneli enflasyona inmeye çalışmamız anlaşılabilir bir durum değildir.
"Enflasyonu düşürerek faizleri düşürme" yaklaşımını terk edip "faizleri düşürerek enflasyonu düşürmek" (FSEN teorisi) gibi ters bir yola girdik ve bunun sonucunda kur şokuyla beslenen enflasyonun yükselişini seyreden merkez bankası ve akabinde geç gelen faiz artışları nedeniyle bugün %24.00 gibi bir yüksek faiz seviyesindeyiz.
- Enflasyonu ve faizleri kalıcı olarak düşürmenin tek yolu enflasyonu düşürmektir.
- Enflasyonu düşürmenin yolu ekonomiyi dış finansmana bağımlı yapıdan kurtarmak ve dolayısıyla kurların etkisine açık halden çıkarmaktan geçiyor.
- Bu çerçevede cari açığı düşürecek bir teşvik politikasını uygulamaya sokmak gerekiyor.