Sene 2019 olmuş biz ise Türkiye'de hala demokrasi mücadelesi veriyoruz.
Demokrasi nedir? Ne değildir?
Daha demokratik bir toplum nasıl olabiliriz diye çabalamaya sıra gel(e)miyor. Bildiğiniz gibi 31 Mart'ta yerel seçimler yapıldı. Tüm Türkiye'de en az 1 oy fazla alan adaylar kazandı. Kazanan adayların bir kısmı kabul edilip mazbatalarını aldı. Yalnız Türkiye ekonomisinin %30'unu yaratan, Dünya markası ve 25 yıl aynı gelenek tarafından yönetilen İstanbul dışında...
İstanbul'da 15 bin oy farkıyla sayın Ekrem İmamoğlu İBB Başkanı seçildi. Seçildi seçilmesine ama 35 milyar TL'lik dev bütçeyi ve o kaynağın gücünü kaybetmek istemeyen iktidar, yaşadığı prestij kaybını olumlu bir dille toparlayabilecekken yanlış hamleler ile bu prestij kaybını derinleştirmeyi tercih etti. Üstelik bunu İBB meclisinde çoğunluğu elde etmesine rağmen yapmayı seçti.
Pekala İstanbul'da muhalefete düşmeye rıza göstermedi. Ama demokrasilerde rıza göstermeme gibi bir hakkı yoktur siyasetçilerin. Çünkü o makamlar toplumun varlığıdır, siyasi partilerin değil.
Bu işin şu saatten sonra çözülmesinin en temiz yolu sayın Binali Yıldırım'ın çıkıp seçim sonucunu kabul ederek, sayın Ekrem İmamoğlu'nu tebrik etmesidir, kendi adını daha fazla çiğnetmeyerek gündemi Türkiye ekonomisine ve reform paketine çekmesidir.
Fakat maalesef bunu yapamıyoruz. Liderler egolarının -veya sadakatlerinin- esiri olmaktan bir türlü kurtulamıyorlar. Parti ayrımı yapmaksızın söylüyorum bunu.
Sayın Ekrem İmamoğlu'nun bu kadar kısa sürede beğenilmesinin en önemli nedeni kapsayıcı söylemiyle hepimizin aynı gemide olduğumuzu hatırlatmasıydı.
Yönetirken ayrımcılık yapma, kaybederken kabullenmeme gibi hırçın, kötü niyetli ve kural tanımaz huylara yer yok demokrasilerde. Çoğunlukçu siyasetten çoğulcu anlayışa geçmeliyiz. İstanbul için bu güzel bir öğrenme süreci olabilir hala daha.
Jübile zamanı gelince geciktirmek sporcunun kendisinin hafızalarda giderek daha kötü olarak yer almasına neden olur. Bunu yapmayın.
Demokrasiyi getirmek, bu ülkeye yapılacak en büyük mega projedir.